Bakara 111 - Kendi grupları dışındakileri kaybetmiş görenler



Mustafa İslamoğlu:
“Birde kalkıp dediler ki: Yahudi ve Hristiyan olmayanlar cennete giremeyecek. Bu onların hüsnü kuruntusudur.”
Yahudiler kendileri dışındakilerin ebedi saadetten mahrum olacağını iddia ederken, Hıristiyanlar da aynı iddiayı kendileri için yaptılar. Kur’an böylesi bir düşünceyi umniyye (kuruntu) olarak isimlendiriyor. Her iki grup hem birbirleri için, hem de Hz. Peygamber’e inananlar için aynı kuruntuyu dillendiriyorlardı. Bu âyetin tüm zamanlardaki mü’min muhataplarına, Yahudilerin ve Hıristiyanların kapıldığı bu hüsnü kuruntuya kapılmamaları hatırlatılmaktadır. Bu âyet, 109. âyeti açıklayıcı mahiyettedir. Demek ki onlar bu kuruntularıyla henüz imanı yüreğinde kök salmamış olan mü’minleri aldatmak istiyorlar ve bunu bir propaganda malzemesi olarak kullanıyorlardı.
“De ki: Eğer iddianızın arkasında duruyorsanız, hadi ispatlayın.”
Zımnen: Haydi iddianıza uygun bir hayat yaşayın! Zira “ebedi kurtuluş” iddiasının bu dünyada başkaca bir ispat zemini bulunmamaktadır.

Ali Küçük:
         Her toplum, her din mensubu kendi inancıyla mutmain olmuş. Herkes kendilerinin cennetlik olduğunu zannediyor. Herkes kendi yollarının doğruluğuna inanıyor. Hiç kimse kendisinin yanlış olduğunu, haksız olduğunu düşünemiyor. Herkes biz en doğruyuz! Biz en iyiyiz! Biz en haklı yolda olanız! Diyorlar. Herhalde bu özellik Cenab-ı Hakkın insanlara verdiği, ama yanlışa gittikleri zaman değiştirilmesi gereken bir özelliktir. İnsanlar Beyyine’yle, vahiyle karşı karşıya geldikleri zaman, kitaplarıyla tanıştıkları zaman kendi hatalarını anlayacaklar, kendi yollarını değerlendirebileceklerdir. Bunun yolu Beyyine’yle tanışıp doğru ya da yanlışı onunla sağlamadan geçmektedir.
         Ama Beyyine’yle tanışma imkânı bulamayanlar, kitap ve pey-gamber ile tanışma imkânı bulamayanlar, yâni kendileri doğruda mıdır yanlışta mıdır? Bu konuda kendilerine kıstaslık yapacak, kendilerine kesin ve doğru bilgiyi ulaştıracak bir bilgiyle, bir vahiyle karşı karşıya gelemeyenler, elbette kendilerinin hak yolda olduğunu savunmada ısrarlı olacaklardır.
         İşte bu konuda en büyük yanılgı içine düşmüş iki topluluk. Yahudi ve hıristiyanlık dünyası. Her iki grup da kendilerinin hak yolda olduklarını, cennetlik olduklarını iddia ediyorlar. Ama ilerdeki âyetlerde gelecek bunlar, aynı zamanda birbirlerinden farklı olduklarını da iddia edecekler. Birbirlerini reddettiklerini, birbirlerini sapık yolda olmakla itham ettiklerini göreceğiz. Her bir grup diğerinin yanlış yolda olduğunu, sapık yolda olduğunu ve müslümanları da o yanlış grubun içine katarak, sadece kendilerinin hak yolda ve cennete lâyık olduklarını iddia edecekler.
         Yahudi ve hıristiyanlar diyorlar ki; yahudi ve hıristiyandan başkaları kesinlikle cennete giremeyecektir. İki grup birlikte demiyorlar da, yahudiler diyorlar ki, cennete ancak yahudi olanlar gireceklerdir. Hıristiyanlar da diyorlar ki, hayır cennete ancak hıristiyanlar girecektir, başkaları kesinlikle giremeyecektir, diyorlar. Cennete girebilmek için yahudi ve hıristiyan olmak gerekir, başka türlü mümkün değildir diyorlar. Bu konuda ellerinde hiçbir delilleri olmadığı halde böyle bir iddiada bulunuyorlar. Acaba bu konuda ellerinde gerçekten bir delil var mı, yok mu? Bakın bu konuda delil kendisinden olan Allah buyurur ki:
         "Bu onların kuruntularından başka bir şey değildir."
         Kuru ve boş bir hayaldir bu. Bu onların kendi hülyaları ve temennileridir. Yâni kendi kendilerine, kendilerini tatmin etmek için uydurdukları boş bir ümniyeden başka bir şey değildir. Kim demiş onlara bunu? Onların cennetlik olduklarını ve onlardan başkalarının cennete gidemeyecek olduğunu kim dedi onlara? Kim böyle bir taahhütte bulunmuş, kim böyle bir garanti vermiş onlara? Ama bu sadece temenniyle olacak bir şey değil ki. Herhangi bir akideye, bir inanca, bir düşünceye sahip olabilmek için vahiy ölçüdür. Vahyi baz almak gerekir. Öyleyse;
         "Onlara de ki; Peygamberim, eğer doğru söylüyorsanız delilinizi getirin."
         De ki onlara ey peygamberim ve sizler de deyin ki ey peygamber yolunun yolcusu olan müslümanlar: Hanginiz bu davanızda sâdıksanız delilinizi getirin bakalım! Böyle bir iddia ispat ister. Hadi iddianıza bir delil getirin, ispat edin bakalım. Neye dayanıyorsunuz bunu derken? İstinat noktalarınız neyse hadi getirin onları bakalım. Var mı bir deliliniz bu konuda?
         Bu konuda delil ancak cennetin sahibi olan Allah’tan gelmelidir. Bu konuda delil vahiydir. Hadi kitapların bir tanesinde Allah’tan gelmiş bir tek delil, bir tek vahiy gösterin. Eğer bunu size Allah demiş-se, o zaman mutlaka kitapların birinde bir şey indirmesi gerekirdi Allah’ın. Değilse sizinle direk konuşması da mümkün değildir. Ama bakıyoruz kitapların hiçbirisinde bu yahudiler bu hıristiyanlar kesinlikle cennete gidecekler diye bir âyet yoktur.
         Bakın bu konuda hakkın sahibi olan Allah, cennetin sahibi olan Allah, kim doğru yoldadır? Kim eğri yoldadır? Kim cennetliktir? Kim cehennemliktir? Yahudiler mi? Hıristiyanlar mı? Yoksa bugün bu konuda onlardan farksız duruma düşmüş müslümanlar mı? Bunu Allah anlatıyor. Bugün gerçekten çok karmaşa haline gelmiş bu konunun çok iyi anlaşılabilmesi için bu konuyu en güzel biçimde anlatan bu âyetleri çok iyi tanımak zorundayız. Çok iyi ve dikkatli dinlemek zorundayız.
         Zira bugün herkes bu iddiadadır. Her aile, her grup, her hizip, her cemaat, her grup, her millet bugün bu iddianın içindedir. Doğru yolda olan bizleriz! Bizim grup en haklı gruptur! Bizim cemaat cennete gidecek cemaattır! Biz en doğru yoldayız! Biz cennetin da ortasına lâyık insanlarız!!!
         Öyleyse âyetin ifadesiyle söyleyelim, bugün de herkesten delil istemek durumundayız. Eğer bizler kendimizi kesin cennetlik olarak sunmak durumundaysak, o zaman diğer insanların da bizden bu konuda delil isteme hakları vardır. Cennetlik olanlar bizleriz! Bizden başkası cennete gidemez! İddiasında bulunan tüm dünya insanlarına sormamız lâzım: Eğer iddianızda samimiyseniz, eğer doğru söylüyorsanız hadi delillerinizi getirin bu konuda. Kim Rabbinden bir delil getirebilir ki bu konuda! Peki o zaman bu konuda delil nedir? Yâni Allah ne diyor acaba bu konuda? Kimin cennetlik olduğunu söylüyor acaba Rabbimiz? Kimin haklı olduğunu, kimin haksız olduğunu söylüyor acaba Rabbimiz? Bakın onu dinliyoruz:
         Hayır hayır! Mesele ne öyledir, ne de böyledir. Yâni ne yahu-dilerin dediği gibidir mesele, ne de hıristiyanların iddia ettiği gibi. Cennet ne onların, ne de bunlarındır. Yâni cennet böyle özel bir grubun, özel bir milletin değildir. Ya da sırf hıristiyan olanların hıristiyan olmalarından ötürü, sırf yahudilerin sadece yahudi olmalarından ötürü veya sadece müslümanların sırf müslümanız demelerinden ötürü Rabbimiz onlara cenneti garanti etmiyor. Hakikat şu ki:

Diyanet:
Yahudiler sadece yahudilerin, hıristiyanlar da sadece hıristiyanların cen­nete gireceklerini ileri sürdüler. Fakat Kur'an, "Eğer sözünüzde doğru iseniz ke­sin kanıtınızı getirin" şeklindeki çağrısıyla bu iddiaların delilsiz ve temelsiz oldu­ğuna işaret etmektedir.
"Kesin kanıt" diye tercüme edilen burhan kelimesi, bilimsel ve felsefî bir te­rim olarak "doğruluğunda asla kuşku bulunmayan ve kesin bilgi sağlayan delil" anlamında kullanılmaktadır. Bu açıdan bazı alimler Kur'an'm bir adının da burhan olduğunu belirtirler. Bazı hadis­lerde de burhan "kesin bilgi ve kanıt" mânasında kullanılmıştır.
İslâm dünyasında burhanın felsefe, kelâm ve fıkıh usulünde bir kanıtlama yöntemi ve kıyas türü olarak kullanılması, Grek felsefesinin Arapça'ya tercüme edilmesiyle başlamış ve bu yöntem, "beş sanat" denilen kanıtlama yöntemlerinin (burhan, cedel, hatâbe [hitabet], şiir, safsata) en güçlüsü sayılmıştır.
Konumuz olan âyette burhanın, bütün şüpheleri ortadan kaldıracak açıklıkta ve itirazlara yer bırakmayacak kesinlikte bir delil olduğuna işaret edilmiş; dolayı­sıyla bir iddianın kabulü veya reddi, kuruntulara değil, bu şekildeki bir kanıtlama­ya bağlanmıştır. Buna göre yahudilerle hıristiyanların, kendi dinlerinden olmayan­ların cennete giremeyecekleri yolundaki iddiaları böyle bir kanıttan yoksun olup sadece onların bir kuruntusudur. Çünkü onlar akıllanyla değil duygularıyla hare­ket ediyorlar; müslümanlan kıskanıyor, onların küfre dönerek ilâhî lutuflardan mahrum karmalarını arzuluyorlardt. İşte onların cennete sadece kendilerinin gire­ceklerini İleri sürmeleri de bir hakikat olmayıp, kıskançlık duygularının ürünü olan bir temennidir. Kur'an ise boş temennilere değil, gerçeklere Önem verdiği için "Kanıtınızı getirin" buyuruyor. Çünkü Kur'an kendi tabiriyle, burhana veya basi­rete önem verir. Aslında bir iddianın doğruluğunu burhanla kanıt­lamak şeklindeki ilke, görüldüğü gibi Kur'an'ın da vazgeçilmez saydığı evrensel bir ilke olup bu âyette dolaylı olarak müslümanlann da dinî, fikrî ve bilimsel gö­rüşlerini savunurken, duygusal hükümlerden, taklitten sıyrılmaları; görüşlerini ve inançlarım gerçekliği kuşkulu delillere değil, kesin kanıtlar üzerine temellendirmeleri, dindarlıklarını bu düzeye yükseltmeleri gerektiğine işaret edilmekte olup bu, Kur'an'm her vesileyle üzerinde durduğu bir öğreti ve mesajdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder