Bakara 121 -Kitabı hakkını vererek okuyanlar


Bakara 121: “Kendilerine verdiğimiz kitabı, lâyık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onlardır onu tasdik edenler. Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.”

Mahmut Toptaş:
Bunun tefsirinde İbni Abbas (r.a.) diyor ki: "Maharici Hurafa riayet ederek" yani harflerin hakkını vererek, mânâsını anlayarak, anladığı mânâ ile amel ederek" diye anlatmışlar. Yani hakkıyla Kur'ân okumak denilince hatıra bu gelmelidir. Hani bazı arkadaşlarımız okuyorlar, hakikaten güzel de okuyorlar, hayran da oluyoruz. Belki biz sesinin güzelliğine hayran oluyoruz. Ne güzel okudu yahu filan diyoruz. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım Kur'ân okumaya yeni başlamıştı. ElifBa'dan başlamıştı. Şimdi Kur'ân'ı baştan sona her hangi bir âyetini okusanız şunu kasdediyor diyebiliyor. Arapça bilmiyor da, bu âyette şu anlatılıyor diyor. Yani tefsirinden ve mealinden o kadar çalışmış ki, bu âyet şunu kasdediyor diyebiliyor.
O arkadaş diyor ki; Camide cemaatla namaz kılıyoruz. İmam efendi namazda yani cehri olan namazlarda akşam, yatsı ve sabah namazlarında okuduktan sonra yani namaz kılındıktan sonra diyordum ki, hocam teşekkür ederim. Bugün şöyle bir mesaj verdiniz cemaata diyorum. Hoca vallahi ben okuduğumun anlamını bilmiyorum diyormuş. Bu okumak değildir. Yani hakkıyla okumak değildir. Okumaktır da hakkıyla okumak değildir. Hakkıyla okumak biraz önce dediğimiz gibi harflerinin hakkını vererek, mânâsını bilerek bildiği mânâ ile amel ederek okumaktır. Bildiği mânâ ile amel etmeyen adamın hali çok afedersiniz, benzetmesi belki biraz hoş değil ama, çocuğa evlilik hakkında bilgi veriyorsunuz, kitap okutuyorsunuz, bilgi veriyorsunuz, sonra da dünyanın en güzel kızıyla çikolatayı yanyana koydunuzmu, çocuk 78 yaşında olduğu için çikolatayı alıp geçip gidiyor. Oğlum gelini al kızı al, hayır çikolatayı alıyor. Çünkü anlamıyor, yani öğrendiğini tatbik edecek kıvama gelmemiş çocuk. Burada da adam mânâsını bilir. Âyeti kerîmeyi baştan sona kadar anlar, ama amel etmemişse bu adam baliğ olmamış demektir. Şeyh Sadiyi Şirazi'ye sormuşlar, "Efendim insanın baliğ olma yaşı kaçtır?" demişler, "Fakihlere sorarsanız fıkıh kitaplarında erkek ihtilam olursa, kadın da âdet görürse akıl baliğ olmuş diye yazar. Ama bana göre bir adam kârıyla zararını bilemezse, küfürle imanın arasım fark edemezse kırkına da gelse o adam akıl baliğ olmamış demektir" diyor.
Akıl baliğ olmamış bu insanlara mânâsını anlamadan okuyanlar, mânâsını bilip te amel etmeyenler, bir yerde akıl baliğ olmamış insanlardır. Yani o zevkten tatmamış insanlardır. Hakkıyla okuyanlar, işte onlardır iman edenler. Hakkıyla okuyanlardır gerçekten iman edenler. Kim de onu inkâr ederse, küfrederse, hüsrana uğrayanlar da işte onlardır, zarara girenler işte onlardır diyor Allah (c.c).
Bu konuda başka âyeti kerîmeler de var. Yani hakkıyla okuyanlar, okumayanlar konusunda. Ehli kitaptan Allah'ın Kitabı olan Tevrat'ı, Allah'ın Kitabı İncil'i hakkıyla okuyan insanlar vardır.Kasas: 52, 53,54

Diyanet:
"Yetlûne" fiilinin masdarı olan tilâvet kelimesi sözlükte "birine, bir şeye uymak, onu yakından takip etmek"; terim olarak ise "hem okumak hem de emir ve yasaklarım, teşvik ve uyarılarını hayata geçirmek suretiyle Allah'ın kitabına uymak" anlamına gelir ve bu anlamıyla "kıraat" kelimesinden daha özel bir mâna ifade eder. Buna göre her tilâvet bir kıraattir, fakat her kıraat tilâvet değildir. Bu sebeple tilâvet genellikle yalnızca ilâhî kitabın okunması için kullanılır; çünkü ilâhî kitaplar sadece okunmak için değil, aynı zamanda hükümlerinin uygulaması için gönderilmiş olup ancak bu uygulamanın yerine getirilmesi şartıyla tilâvet gerçekleştirilmiş olur (Râgıb elİsfahânî, elMüfredât, "telâ" md.). Bu sebeple âyetin "yetlûnehû hakka tilâvetin" kısmı mealinde "onu hakkını vererek okuyanlar" şeklinde tercüme edilmiştir.
"Kendilerine kitap verilenlerde kimlerin, kitapla da hangi kitabın kastedildiği hakkında tefsirlerde iki farklı görüş ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre buradaki kitaptan maksat Kur'ânı Kerîm, kitap verilenler de Hz. Muhammed'e uyan müslümanl ardır. Ancak daha güçlü olan bir başka yoruma göre kitapla Tevrat, kendilerine kitap verilenlerle de Tevrat'ı hakkıyla okuyarak onunla amel eden, özellikle Hz. Muhammed'in geleceğine dair Tevrat'ta geçen bilgileri dikkate alarak onun peygamberliğini tasdik eden yahudiler kastedilmiştir.[374]
120. âyette Ehli kitabın müslümanlar karşısındaki genel tavrının olumsuz olduğu bildirilmişti. Bu âyette ise yahudiler arasında hâlâ kendi kitaplarını hakkıyla okuyan, geleneksel yahudi taassubundan ve ön yargıdan uzak kalabilen bazı kimselerin bulunduğu, bunların Hz. Peygamber ve müslümanlar hakkında İnsaflı ve adaletli hükümler verebildikleri belirtilmektedir. İşte kitaba (Tevrat) asıl inananlar ve hükümlerine uygun yaşayışlarıyla onu tasdik edenler bunlardır. Tevrat'ın tahrif edilmesi ve zamanla Yahudilik adına uydurulan birçok yanlış inancın yahudi kültürüne yerleşmesi yüzünden yoldan çıkmış ve bu suretle bir bakıma gerçek Tevrat'ı inkâr etme konumuna düşmüş olanlara gelince, asıl hüsrana uğrayanlar, âhiret saadetinden mahrum kalanlar onlardır.

Mustafa İslamoğlu:
Tilavet tek başına değil hakka tilavetihi kaydıyla gelmiş. Tek başına tilavette anlamak ve yaşamak şart değildir. Fakat vahyi tilavetin hakkı anlamak ve yaşamaktır. Allah Rasulü de bu ibareyi “ona gereği gibi uyanlar” şeklinde tefsir etmiştir (İbn Hanbel).
Eğer bir mesajı uygulamak ona gereği gibi inanmanın şartıysa, bir mesajı uygulamamak da ona gereği gibi inanmamanın sonucu olmalıdır. Ayette bu durum inkâr olarak adlandırılmaktadır.

Ali Küçük:
Tevrat’ı hakkıyla okuyanlar, İncil’i hakkıyla okuyanlar, Kur’an’ı hakkıyla okuyanlar. İşte onların kitapları kendileri için bir değer ifade ediyordur. Dün bunlar Tevrat’ı da güzel okudular, İncil’i de güzel okudular, amel etmek üzere kitaplarına başvurdular ve şimdi de Allah’tan gelen son kitaba tabi oldular bunlar. Yâni Kur’an’ı da güzel okuyanlardır bunlar.
         İşte ona iman edenlerdir bunlar. Okudukları kitaba inanan ve inandıkları kitabı okuyan insanlardır bunlar. Okudukları, bilgilendikleri, inandıkları kitaplarıyla hayatlarını düzenleyenler, kitap kaynaklı bir hayat yaşayanlardır onlar. Kitaplarıyla hayatlarını özdeşleştirenlerdir onlar. Kitapsız bir hayatla tamamen ilgilerini kesen insanlardır onlar.
         Bu âyetinde Rabbimiz kitabı hakkıyla okuyanlardır onlar buyuruyor. Peki acaba kitabı gerçekten okumak hakkıyla okumak ne demektir? Nasıl anlayacağız bunu? Arkadaşlar, kitabı hakkıyla okumak demek kitaba hakkını vererek okumak demektir. Bunu şöyle kısaca bir maddeleştirerek söyleyelim inşallah:
         1 Kitabı hakkıyla okumak, onu devamlı okumaktır. Kitapla diyalogu hiçbir zaman kesmemektir. Hayatın her bir alanının düzenlemesi konusunda o alanı düzenleyen âyetler kafamızda canlı olacak biçimde sürekli onunla ilişkiyi kesmemek demektir. O kadar yoğun bir şekilde gecegündüz kitapla beraber olacağız ki, kitabın âyetleri hafızamızda o kadar canlı olacak ki, belirleyeceğimiz her bir tavırı kitap eşliğinde gerçekleştireceğiz. Kitapla yürüyecek, kitapla duracak, kitapla düşünecek, kitapla yatıp kalkacağız.
         2 Kitabı bir roman, bir hikâye okur gibi değil de gerçekten onu anlamak, onunla yol bulmak, onunla amel etmek, hayatımızı onunla şekillendirmek üzere okumaktır.
         3 Rasûli Ekrem Efendimizin hadislerinde buyurduğu gibi okudukları âyetleri kendi aralarında ders haline getirerek, düşünerek, tartışarak, muhasebe ederek, mânâsını anlamaya, kavramaya çalışarak okuyanlar, işte böyle yapanlar o kitaba iman ediyorlar demektir. İşte kitap sahibi olanlar, kitap ehli olanlar bunlardır. Yoksa onun içindekilerden habersizce bir hayat yaşayanların ben kitap ehliyim demelerinin bir anlamı olmayacaktır.
         "Ama kim de Kur’an’ı küfreder, örterse işte böyleleri zarar edenlerin ta kendileridir."
         Kim de o Kur’an’ı örterse, örtbas ederse, onunla ilgi kurmaz, onunla hayatını düzenlemeye yanaşmazsa işte onlar zarardadır, dünya ve âhiretlerini kaybeden insanlardır. Ehli kitap içinde gerçekten müslümanlara dost olanlar, kendi kitaplarına gerçekten iman edenlerdir. Kendi kitaplarına samimiyetle iman eden bu insanlar kendi kitaplarının haber verdiği son elçiye de iman etmişler ve hemen kendi kitaplarını gönderen Allah’ın bu son mesajını da kabullenmişlerdir. Ama daha önceden de kendi kitaplarıyla ilgisiz bir hayat yaşayanlar şimdi bu son kitaba da aynı tavrı takınmışlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır:
O heva ve heves sahipleri, o tahrif ve bid'at ehli, artık gerçek mânâsıyle Kitap ehli değiller. Çünkü Bizim kendilerine kitap verdiğimiz ehliyetli kimseler o verdiğimiz kitabı tilavet ederler, yani dikkatle ve tane tane okurlar, dillerine vird ederler, ders yaparak okurlar, üstelik hakkıyle tilavet ederek okurlar, tilavetinin hakkını vererek okurlar. Tahriften, karıştırmaktan koruyarak, heva ve heveslerinde n uzak kalarak, kelimelerinin telaffuzunu, mânâsını ve hükümlerini cidden gözeterek, dikkatlice, saygılı ve devamlı bir şekilde, bilmediklerini, anlamadıklarını ehlinden sora sora, iyi niyetle, temiz kalble ve temiz ağızla okurlar. Gelişi güzel, baştan kara, bir eğlence gibi okumazlar. Şarkı, gazel, türkü, mânî, roman, hikaye yerine koymazlar. Kemali hürmet ve ta'zîmle, edeble okurlar. İşte böyle okuyanlar, o kitaba iman ederler ve gerçekten Kitap sahibidirler. Ve fakat her kim o kitaba inanmaz, onu in k ar ile ona nankörlük ederse, onu hakkiyle okumayıp, kendi hevasına göre bozar ve tağyir ederse işte onlar hüsrana uğramış kimselerdir. O büyük saadetten mahrumdurlar. Bu âyet, ashabın âlimlerinden Abdullah b. Selam ve benzeri kimseler gibi Kitap ehlinin müminleri hakkında nazil olmuştur ki, bunlar Tevrat ve İncil'i hakkıyle tilavet edegelen gerçek iman sahibi kimseler oldukları için Kur'ân'a ve son peygamber olan Peygamber Efendimiz'e iman etmişler ve Resulullah'ın gelişinden memnun ve razı olmuşlardır. " Ashabı Sefîne" (Gemi Ashabı) denilen zevat dahi bu cümledendir: Bunlar Cafer b. Ebi Talip ile beraber bir gemide gelmiş olan otuz ikisi Habeşistanlı, sekizi de Şam râhiplerinden olmak üzere kırk kişi idiler.
Burada İsrailoğulları'nın da, sayıları az da olsa, bir kısmının müminler arasına girmiş ve ilâhî öğmeye nâil olmuş bulunduklarını görüyoruz. Bu mazhariyetin ve bu yeni özelliğin getirdiği şevk ve heyecan ile şimdi İsrailoğulları'na, bir taraftan yukarıdan beri sürüp gelen hitapları tamamlamak, diğer taraftan daha sonra gelecek olan İbrahim kıssasına geçişe hazırlık mahiyetinde bir hüsni tehallus olmak üzere, şimdi görüleceği gibi, yeni bir hitap daha yöneltip, arkasından imamet, millet, ümmet meseleleri izah buyurulacaktır.