Bakara 126 - Rabbinin Hz. İbrahimin eğitimine devamı ve insanlığa bildirilen bir ilke



Ayetin tefsirlerden açıklamaları
Prof. Bayraktar Bayraklı :
Bakara/3'te yer alan infak kavramını açıklarken, infakın sosyal güvene olan etkisi ve yardımını açıklamıştık. Bu ayette ise, güvenden ekonomiye giden yolun ele alındığını görüyoruz.
Hz. İbrahim, önce şehrin, ya da ülkenin güvenli kılınması, sonra da oranın inanmış halkının ekonomik nimetlerle donatılması için dua etmektedir. Ayetteki emin kavramının birincil manası 'güven', ikincil manası da 'barış'tır. Güvenli bir ülkede barış, barısın bulunduğu bir ülkede de güvenli bir ortam oluşur.
Hz. ibrahim'in, ülkenin barış ve güveni için dua ettiği dikkate alınırsa, bu değerlerin sosyal hayat için ne derece önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Barış ve güvenin olmadığı bir ülkede, hiçbir değer ve erdemin yeşermesi, gelişmesi ve yayılması mümkün değildir.
Hz. İbrahim, güven ve barış isteğinden sonra, Allah'tan, ülkenin inanan insanlarını her çeşit meyvelerle beslemesi dileğinde bulunmaktadır. "Her çeşit meyve" o dönemdeki toplumsal gelişmişliğin seviyesini belirlediği gibi, ziraatın insan hayatındaki yerini de tesbit etmektedir. Zirai ürünler, o dönem toplumlarının ekonomik değerini oluşturmakta ye yerleşik topluma geçildiğini göstermektedir. Hz. ibrahim, bu ekonomik imkanın, sadece Allah'a ve ahirete inananlara sağlanması için dua etmiş, Allah ise inkar edeni de faydalandıracağım ifade buyurarak, bunun doğru olmadığını belirtmişti. Böylece Allah, insanlık için koyduğu evrensel bir kanuna; kainatı idare eden ve bütün canlıların rızkını tedarik eden Allah'ın, nzık dağıtımında inanan ve inanmayan ayırımı yapmayacağı kanununa dikkat çekmişti. Allah'ın bu uygulaması, toplumları idare edenler için uyulması gereken bir kanun olmalıdır. İdareciler, toplumdaki grupları, inanan ve inanmayan diye ayırıp, ekonomik menfaatleri bu ayırıma göre dağıtamaz, dağıtmamalıdır. Allah'ın, nzkı inanan ve inanmayan diye ayırmadan dağıttığı gibi, idareciler de ekonomik menfaatleri, inançlara göre dağıtmamalıdır. Başka bir ifadeyle, idareci inançsız ise inananları, inanan biri ise inanmayanları ekonomik menfaatlerden mahrum etmemelidir.

Hz. ibrahim'in sadece inananlar için nimetler istemiş olmasına rağmen Yüce Allah, kafirleri de istifade ettireceğini beyan etmek suretiyle, bu evrensel kanunu insanlığa bahsetmiştir. Böylece bu ayet, siyaset alanının en önemli kanununu, siyasî hayatın en önemli nakısını insanlığa getirmiş oldu. Diğer taraftan, ayette yer alan  (inkar edeni de az bir süre faydalandınnm) ifadesi, inanmayanların sadece bu dünya nimetlerinden faydalandınlacağını, bunun ise az ve geçici olduğunu da vurgulamaktadır. Küfr, bu dünya hayatının nimetlerinden istifade ettirilmeye engel değildir ama, öteki dünyada engel olacaktır.

“Sonra onu cehennem azabına sürüklerim”
insanın bu dünyada küfrü, öteki dünyada azaba dönüşmektedir. Allah Teala, bu durumu bildirmek suretiyle, küfrün ahiret hayatını nasıl tahrip ettiği bilincini kazandırmak istemektedir. Allah, insandaki ritm psikolojisine göre, insanın kendi geleceği hakkındaki tedirginliğini harekete geçirerek, inançların sorgulanacağını haber vermektedir.

“Ne kötü varılacak yerdir orası”
Sanki insanın inançları, ahirette ellerinden tutup onu bir yere götürecektir. Inkann götüreceği yer mutsuzluk ve umutsuzluk; imanın götüreceği yer ise mutluluk diyarı olacaktır. Yüce Allah küfrün insanı götüreceği yeri tanıtarak, inkarcıları uyarmaktadır, insanın, dünyada ziyaret edeceği ülkenin güvenliğini, tabiat güzelliğini ve insan ilişkilerini önemsediği ve huzurlu olmayan bir ülkeye gitmek istemediği halde, ahiret için bu itinayı göstermemiş olması, ne büyük cehalettir.


Ali Küçük
….
         Niye böyle dedi Hz İbrahim? Yâni niye Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri rızıklandır dedi? Bunun sebebi şudur: Hani Rabbimiz; Ey İbrahim ben seni imam yapacağım, seni önder yapacağım buyurunca İbrahim (a.s) ya Rabbi benim zürriyetimden de imamlar kıl demişti de buna karşılık Rabbimiz buyurmuştu ki:
         Ya İbrahim, ben onu, imamlığı, idareciliği, zâlimlere nasip etmeyeceğim buyurmuştu ya, işte ondan ders alarak böyle diyordu İbrahim (a.s). Rabbinden kendisine gelen uyarıya hemen kulak veriyordu. Bu uyarıyı hayatı boyunca hiç unutmuyordu. Çünkü Rabbinden daha önce bir istek de bulunmuştu. O dersi unutmadığı için böyle demişti.
         Ya Rabbi zâlim olanlara değil, sadece Allah’a ve âhiret gününe inananları rızıklandır deyiverdi. Peki biz ne anlayacağız bundan? Biz de tıpkı atamız İbrahim (a.s) gibi Kur’an’ın âyetleriyle, Kur’an’ın uyarılarıyla karşı karşıya kaldık mı hemen onu algılayalım. Bilelim ve ikinci defa aynı konuda hataya düşmemeye çalışalım inşallah.
         Bakın, dedi ki İbrahim (a.s): Ya Rabbi benim zürriyetimden olanlar da, yâni oğlum, kızım da imamlar olsun. Allah da buyurdu ki; ben idareciliği zâlimlere vermem. İmamet konusunda, idarecilik konusunda böyle olursa, herhalde rızık konusunda da bu böyledir, herhalde rızık konusunda da bunlar ayrılacak zannetti ve dedi ki, ya Rabbi madem ki sen zâlimlere idarecilik vermiyorsun, zâlimlere idareciliği lâyık görmedin, öyleyse bu zâlimlere rızık da vermeyeceksin, o halde onlara rızık da verme deyiverdi. Sadece onlardan Allah’a ve âhiret gününe inananları çeşitli rızıklarla rızıklandır deyiverdi. O zannetti ki rızık konusunda da onların hakkı olmayacak, imametten menedilen bu zâlimler rızıktan da menedilecek. Allah buyurdu ki:
         "Allahu Teâlâ da hayır (kâfirlerin rızık hakkı vardır) küfredenleri az bir zaman faydalandıracağım, sonra da onları ateşin azabına uğramak zorunda bırakacağım. Ve o ateş ne kötü bir varış yeridir."
          Demek ki kâfirler rızıktan mahrum bırakılmıyorlar. Demek ki bu ikisi arasında çok büyük fark vardır. Demek ki imamet, önderlik, idarecilik sadece mü'minlere verilirken; dünya malı, mülkü hem mü'minlere hem de kâfirlere verilmektedir. Demek ki dünya metasının Allah katında hiçbir değeri yoktur. Şu peşine takıldığımız, şu onsuz olmaz dediğimiz dünya metası var ya eğer Allah katında sineğin kanadı kadar onun bir değeri olsaydı kesinlikle Allah kâfirlere ondan bir damla bile tattırmazdı. Ama dünya işte, Allah onu kâfirlere de veriyor, mü'minlere de.
         Âyeti kerîme bize bir de şunu anlatır: Bir adamın dünya malından, mülkünden pek çok şeye sahip olması Allah’ın kendisinden razı olduğu anlamına gelmemektedir. Eğer öyle olsaydı yeryüzünde mü'minlerden çok daha fazla rızıklandırılan kâfirlerin Allah’ın en sevgili kulları olmaları gerekeceklerdi. Zira bakıyoruz ki dünya malı mü'minlerden çok kâfirlere verilmiş. Âyetin ifadesine bakıyoruz:
         Onlara azıcık bir şeyler vereceğim. Allah azıcık bir şeyler vereceğim diyor, ama bizim de gördüğümüz gibi, görüyoruz ki çok şey veriliyor bu kâfirlere. Şu anda müslümanlara verilenlerden çok daha fazlası verilmiş kâfirlere. Saltanatları, imkânları, evleri, barkları bize verilenlerden çok fazla. Bizler baygın baygın onların bu saltanatlarını seyrediyoruz. Kâfirlere bu kadar dünya mülkü verilmiş, bu nasıl bir iş dersek:
         Bütün dünyayı kâfire verse, hattâ her kâfire ayrı ayrı bir dünya verilse yine de azdır. Bize de hiç bir şey verilmese, yarım ekmek bile bulamasak yine de onlarınkinden çoktur. Bunu böyle biliyor ve böyle inanıyoruz. Ama bu rıza asla şu anlama gelmemelidir. Kâfirlerin zulmüne razı olmak, kâfirlerin egemenliğine ses çıkarmamak, onların zorla zulümle bizim elimizdekileri almalarına razı oluş değil, bu Allah’ın vermesine razı olup, hedefi cennetleştirmektir.
….
         Ama planınızı, programınızı buna göre yapmamışsanız, hesabınızı sadece dünyaya göre yapmışsanız, Konya’nın bir numaralı adamı olacağım diye yapmışsanız, Türkiye’nin bir numaralı adamı olacağım diye plan program yapmışsanız, dünyada adımı yücelteceğim, herkes sofrasında beni konuşsunlar, herkes beni alkışlasınlar diye düşünüyorsanız onu mutlaka bulursunuz, ama öbür tarafta eliniz boş kalabilir Allah korusun..

Diyanet:
Hz. İbrahim Kabe'nin inşasına başlarken burada bir şehir oluşacağını düşünerek Allah'tan bu şehri, zorbaların saldırılarına karşı güvenlikli bir şehir kılmasını, orada ikamet edecek müminleri de her türlü düşman saldırısı veya doğal âfetlere karşı korumasını niyaz etti. Buna karşılık Allah Teâlâ sadece müminlere değil, inkarcılara da dünya hayatında bir geçimlik vereceğini, ama sonunda inkarcıları cehennemin azabına süreceğim bildirdi. Âyette Allah'ın inkarcıları cehenneme sürme işi "edtarru" fiiliyle ifade edilmektedir. Bu fiilin masdan olan ıdtırâr (tztırar), zorunluluk anlamı ifade etmekte olup "İhtiyar"ın, yani özgür olarak seçmenin zıddıdır. Buna göre insanların imam veya inkârı seçip ona göre bir hayat yaşamaları onların kendi iradelerine bağlı olmakla birlikte, bu seçimlerinin sonucunda hak ettikleri akıbeti kabul edip etmemek hususunda özgür olmayıp zorunluluğa tabidirler. Şu halde her kim Allah'ı ve âhîret gününü inkâr ederse, inkarcılığının kaçınılmaz sonucu olarak Allah onu cehenneme sürecektir. Bu, Allah için değil (çünkü O'nun fiilleri hakkında zorunluluktan söz edilemez), fakat kul için kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Çünkü bir insan, "Ben imanı veya inkârı tercih ediyorum" diyebilir; fakat kâfir olmayı seçmiş biri artık, "Ben cehenneme gitmeyi tercih etmiyorum" diyemez. İşte bu husus âyette "ıztırar" kelimesiyle ifade edilmiştir. Burada görüldüğü gibi, tarihî bir olayı anlatırken bile araya muhatabını uyarıcı bir mesaj koymak ve böylece olayın asıl dikkat edilmesi gereken yönüne işaret etmek, Kur'ânı Kerîm'in yeri geldikçe uyguladığı etkili bir eğitim yöntemi olarak dikkat çekmektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen:
Bu âyeti kerime Hz. İbrahim'in Mekke ve Mekke halkı hakkındaki bir niyazını Cenâbı Hakkın da o niyazı ne şekilde kabul buyurduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: Ey müslüman zat!.. (Şunu da zikret) güzel bir saygı ile an (ki: İbrahim) Aleyhisselâm, muhterem eşini ve oğlu Hz. İsmail'i alıp Mekkei Mükerreme vadisine götürmüş, orada yerleştirmişti. Orası ise kuru, çıplak bir vadi idi. Binaenaleyh bunların ve diğer ehli imanın burada tam bir emniyet ile ve bol bir maişet ile yaşayabilmeleri için dua ederek: (Rabbim! Burasını bir emin belde kıl) burasını bir takım kabîlelerin, yabancıların tecavüzlerinden koru. Bunun (ahalisini) yani onlardan (Allah'a ve âhiret gününe İman etmiş olanları da meyvelerden) her türlü mahsulâtından (rızıklandır, demişti.) Böyle bir niyaz ve temennide bulunmuştu. (Allah Teâlâ da: Kâfir olanı dahi az bir müddet yararlandırırım.) Yani: Ona da dünyada bulundukça rızık veririm. Fakat (Sonrada onu ateş azabına) cehennem ateşine (müzdar kılarım) oraya atmağa mecbur ederim. Bu (ne fena bir gidiş! diye buyurmuştu.)

Burada bir işaret vardır ki, bu dünyada müşrikler de maddî şeylerden rızıklanıp, yararlanacaklardır. Bu da onların haklarında ilâhî azabın daha fazla meydana gelmesine sebep olacaktır. Çünki onlara denilecektir ki: Siz dünyada bulundukça o kadar nimetlere nail olduğunuz halde o nimetleri size ihsan buyuran yüce Yaratıcıyı, o Kerem sahibi rızık vereni düşünüp ona niçin İman etmediniz? Artık sizler o nankörlüğünüzün cezası olarak bu kıyamet gününde cehennem azabına ebedî olarak mâruz olacaksınızdır. Ne fena bir sonuç!