Bakara 85 - Kitabın bir kısmını kabul eden, bir kısmını reddedenler


Diyanet tefsiri:
Vaktiyle İsrâiloğullan'ndan birbirinin kanını dökmemek, kendi yurt­taşlarını vatanlarından ülkelerinden kovmamak hususunda da söz alınmış olması­na rağmen Hz. Peygamber dönemindeki yahudilerin bu sözlerinden de döndükle­ri bildirilmektedir. Nitekim Yesrib (Medine) yahudİlerinden Nadîr ve Kureyzaoğullan, aynı şekilde birbirine düşman olan iki büyük Arap kabilesinden Evs İle, Kaynukaoğullan da diğer büyük Arap kabilesi Hazrec ile ittifak kurmuşlardı. Da­ha sonra Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki sürekli İhtilâf ve çatışmalara bu yahudi kabileleri de katılmak zorunda kaldılar. Bu çatışmalarda yahudiler, kutsal kitaplannın yasaklamasına rağmen, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının öldürüyor veya esir alıyor; savaş bitince de kitaplarının hükmü uyarınca aralarında yardım topla­yarak esir yahudileri fidye karşılığında kurtarıyorlardı.  

İşte âyetlerde onların bu çelişkili tutumları "kitabın bir kısınma inanıp bir kısmını in­kâr etmek" şeklinde değerlendirilmekte; söz konusu Arap kabileleriyle çeşitli dün­ya menfaatlerine dayalı ilişkiler kurup kendi aralarında bölünerek birbiriyle savaş­maları, kardeşlerini esir alıp fidye karşılığında serbest bırakmaları kınanmakta ve bu tutumları yüzünden dünyada perişan olacakları, âhirette de azap görecekleri ha­ber verilmektedir.
85. âyette geçen ve "rezil rüsvâ olmak" diye çevrilen "hizy"den maksat in­sanlara zulmeden, özellikle onların din ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan fert ve grupların kamu vicdanı tarafından mahkûm edilmeleri, nefretle karşılanmaları, kö­tü amaçlarında uzun vadede başarılı olamamalarıdır.

Ali Küçük tefsiri:
…..
            Rivâyetlere göre Beni Kureyza yahudileri, müşrik Araplar­dan Evs kabilesinin müttefiki, Beni Nadır yahudileri de yine müşrik Arap­lardan Hazrec kabilesinin müttefikiydi. Bu yahudiler müttefiki bulun­dukları kabileler birbirleriyle savaşınca karşılıklı olarak onlara yardım ederler, birbirlerini öldürürler ve vatanlarından sürgün ederlerdi. Bir­birlerine yahudi olanlardan esir düşenleri de fidye ile kurtarmaya çalı­şırlardı.

            Allah diyor ki; bu ne biçim iştir? Hem onları, kendinizden olan yahudileri öldürmek için savaşıyorsunuz, hem de fidye ile onları kur­tarmaya çalışıyorsunuz. Bu nasıl iştir? Bunlar bu tür bir yargılama ile karşılaştıkları zaman da diyorlar ki, bu fidye kitabımızın emridir. Kita­bımız kardeşlerimiz hakkında fid­yeyi emretmektedir. Böyle bir du­rumda fidye vererek yahudileri kurtarmak zorundayız bizler. Eğer on­lar sizin kardeşlerinizse niye vatanlarından çıkarıyorsunuz? Niye on­ları öldürmeye çalışı­yorsunuz? Değilse niye fidye vermeye çalışıyor­sunuz? Sürgün ederken bu adamalar sizin kardeşleriniz değilken, fidye vermeye gelince sanki kardeşleriniz oluyorlar. Veya fidyeyi em­reder­ken sanki kitabı dinlediğini iddia eden sizler, savaşırken, sürgün ederken sanki o kitap sizin kitabınız değil. Bu nasıl iştir böyle? İşinize gelen yerde kitaba sığınıyorsunuz, ama işinize gelmeyen yerde kitabı diskalifiye ediyorsunuz.

            Sonra buyurur ki Allah:
            "Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir kıs­mını inkâr mı ediyorsunuz?"

            Kitabın bir kısmını gündemde tutuyorsunuz da, bir kısmını ört­meye mi çalışıyorsunuz? Kitabın bir kısmının mü'mini oldunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bir kısmını gündeme getirip, onları ey­leme dönüştürme çabası içine giriyorsunuz da, bir kısmını görmezlikten gelmeye mi çalışıyorsunuz? Ne bu haliniz? Denil­mek­tedir.
            Bu hemen hemen bugün bütün müslümanların derdidir. Bu­gün de bakıyoruz bir bölüm âyetler gün yüzüne çıkarılırken, bir kısım âyetler de kenara çekilmeye çalışılıyor. Bir kısım âyetler hep gün­demde tutulmaya çalışılırken, bir kısım âyetlerde duyulmasın diye âdeta ağıza bile alınmamaya çalışılıyor.

…..

Bakıyoruz müslümanların hayatına, Allah hayatının bir bölü­müne karışıyor, sanki öbür bölüme karışmıyor. Devlet bilmem ne pa­rasını kesmiş, on gün sonra vereyim ama yüzde şu kadar fazla vere­yim diyor, adam başlıyor araştırıp soruşturmaya, bu yüzdeyi ne yapa­cağım diye. Bu bölüme Allah karışıyor da öteki bölüme sanki Allah ka­rışmıyor. Yâni kazancının diğer bölümünü hiç sormuyor, sanki Allah o bö­lüme hiç karışmıyor.

Veya işte fâizli, kredili kooperatiflerde danışmanlık yapmak veya mimarlık, mühendislik yapmak işine yanaşmıyor da müslüman, fâizli diyor, olmaz bu diyor, ama sanki öbür kooperatifler ca­izmiş gibi hiç sormuyor adam.

            Veya gelininin gelinliğini düşünüyor da adam, eşyasını hiç dü­şünmüyor. Veya evinin eşyasını düşünürken adam komşusunu dü­şünmüyor. Ya da kazanırken düşünüyor adam da harcarken düşünmüyor. Harcarken düşünüyor da kazanırken düşünmüyor. Allah sanki hayatının bir bölüme karışıyor öbür bölüme karışmıyor gibi çok tuhaf bir iş. Bakın Rabbimiz buyuruyor ki:

            "Kitabın bir kısmına inanırsınız da bir kısmını in­kâr mı ediyorsunuz?"

….
Meselâ ekmek kırıntıları­nın yere dökülmesine tahammülü olmayan, bu konuda çok hassas davranan kimi müslümanlar ha­nımlarının, kızlarının sokaklarda el âlemin ayaklarının altında sü­rünmesini hiç göremiyorlar.

Veya annesini bir hafta görmeden ya­şamanın caiz olmadığını bilen ve buna tahammül edemeyen kimi müslümanlar aylar yıllar Al­lah’ın kitabıyla görüşmeden yaşayabili­yorlar. Bunu görüyorlar da bunu görmüyorlar. Sanki Allah hayatı­nın bu bölümüne karışıyor da, şu bö­lümüne hiç karışmıyor.

            Bakıyoruz müslümanlardan kimileri sadece zikir, fikir, tesbih, gece namazı âyetlerini gündeme getirirken öteki âyetleri sanki görmezden geliyorlar. Tamam bunlar da var, bunlar da bilinmeli, bunlar da anlaşılmalı, ama ötekiler de bilinmelidir. Meselâ bakıyo­ruz bir başka müslüman grup da işte vatan, devlet, nizam, intizam, Allah’ın indirdiği âyetlerle hükmeden, hükmetmeyen filan, bir tek orayı okuyor; o da öteki bölümleri sanki atlamaya, kapatmaya çalı­şıyorlar.

            Bir başka grup müslüman da kıssa ile başlıyor, kıssa ile biti­ri­yor. Sanki Kur’an’da kıssadan başka âyet yokmuş gibi sadece bunları gündeme getiriyorlar. Tamam bunlar da var Kur’an’da, bunlar da okunmalı, bunlar da gündeme getirilmeli de, ama bakı­yoruz müslümanlar bir bölümü alırken diğer bölümleri ihmal edi­yorlar. İşte bu iyi değil. Ama şöyle bir mâzeretten dolayıysa bu caizdir. Meselâ şu anda Bakara’yı okuduğumuz için Âli İmrân’dan söz edemiyorsak, okumaya, öğrenmeye devam ettiğimiz sürece bu caizdir. Ama hep ye­rimizde sayıyorsak bu kötü işte.

….

             Kitabın bir kısmına inanır da bir kısmını inkâr mı ediyor­sunuz? Bunun sonucunun ne demek olduğunu bilir misiniz siz?
            "Böyle yapanların cezası ancak dünyada rüsva­lık­tır. Dünyada rezil, rüsva olacaklardır bunlar. Kıya­met gü­nünde ise azabın en kötüsüne, en şiddetlisine iti­leceklerdir. Allah yaptıklarınızdan asla gafil değildir."

            Dünyada rüsvalık. Bunu tattılar da zaten dünyada. Bu âyetle­rin gelmesinden kısa bir süre sonra Beni Kureyza yahudileri toptan öldürülmekle, Beni Nadir yahudileri de yurtlarından sürülüp çıkarıl­makla bunu bizzat dünyada tatmışlardır.

            Bu alçaklar, bu yahudiler sırf müşriklere, putlara, putçulara des­tek olmak için kendi kardeşlerini hedef alıyorlardı. Yaptıkları iş, putların ve putçuların işlerine yarıyordu. Birbirleriyle vuruşmaları put­perestlerin işine yarıyordu.

            Bugün de müslümanların kardeşleriyle vuruşmaları kâfirle­rin işine yaramaktadır. Onlar birbirleriyle vuruştukça putçular ka­zanıyor. Dün İsrâil oğulları böyle yapmıştı, bu gün İsmail oğulları da aynı şey­leri yapıyorlar.

            Kitabı parçalayıp onun bir kısmını kabul edip bir kısmını red­dedi­yorsunuz öyle mi? İşinize gelenleri kabul edip, işinize gel­meyenleri de reddediyorsunuz öyle mi? Nereden aldınız bu yet­kiyi?  Kimden aldınız bu izni?

            Bakara’dakileri kabul ama Âli İmrân’dakileri red, bu nasıl bir şeydir böyle? Kur’an’ın namazını kabul edip, hukukunu red­detme bi­çiminde, Kur’an’daki ibâdet âyetlerine evet, ama aynı Kur’an’ın eko­nomik düzenlemelerine gelince hayır demek biçi­minde, Kur’an’ın oru­cunu kabul ama aynı kitabın siyasal bakış açısına gelince, sosyal ya­pılanmalarına gelince hayır biçiminde, kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını reddetme yetkisini kimden aldınız?

            İşte bugünkü İslâm dünyasının bu hale düşmesinin yasası­ bu­dur. Bu ümmet kitabıyla diyaloğunu kestiği için, kitabından işine gelenleri alıp işine gelmeyenleri terk ettiği için bu hale gelmiştir.

Sizden kim bunu yaparsa, yâni kitabın bir kısmını kabul eder de bir kısmını reddetmeye kalkışırsa, ya Rabbi sen bu işi bi­lememişsin! Halbuki bu kitabın bir kısmını indirip, bir kısmını indir­memeliydin? Dercesine Allah’a akıl vermeye kalkışırcasına böyle ikilemli bir hayatın peşinde olanlar, bir bölümü kitap kaynaklı, ama geri kalan bölümü de başka şeyler kaynaklı bir hayata razı olanlar, hayatlarının sadece bir bölümüne Allah’ı karıştırıp geri kalan bö­lümlerde başka İlahlar, başka Rabler bulanlar, işte bunu yapanlar için dünya hayatında rüsvalık var­dır. Hepsi de rüsva olmuşlardır. İşte bizim halimiz, şu anda bu ümmet de iliklerine kadar bu rüsvalığı yaşamaktadır.

…..

            Ama iş bununla kalsaydı neyse. Yâni iş sadece bu dün­yada re­zil ve rüsva olmakla kalsaydı. Hayır iş bununla da bitmiyor. Ahirette de onlar için azapların en kötüsü vardır diyor Rabbimiz. Kıyamet gü­nünde onlar azabın en kötüsüne atılacaklar, reddolunacaklar. En şid­detli azap, dayanılmaz bir azabın ötesinde yine dayanılmaz bir azap. Bilmediğimiz ama korunmak zorunda olduğumuz bir azap.

Mahmut toptaş tefsiri :
Sonra siz işte sizler, siz kendi kendinizi öldürüyorsunuz. Sizden bir Kısmınızı sürgün ediyorsunuz ülkelerinden. Günah ve düşmanlıkla onlara yardım ediyorsunuz, eğer size esir olarak gelecek olursa, yani kendi dini­nizden olan o Benî İsrail'den bir kısmı size esir olarak gelecek olursa, on­ları sürgün etmek size haram olduğu halde siz onları fidye vererek satın alıyorsunuz. Ve onlardan fidye alıyorsunuz. Kitabın bir kısmına iman edip te bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bunu yapanların cezası ancak dünyada rüsvayhktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine götürü­lür, reddolunurlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir diyor Allah (c.c).
Yine Benî İsrail'den söz aldığını ifade ediyor Allah (c.c). Birbirini­zin kanma girmeyin. Kendi dininizden olan insanları sürgün etmeyin. Kanınızı akıtmayın. Birbirinizi öldürmeyin. Ve kendi dininizden olan insan­lardan fidye almayın diye Allah (c.c.) onlardan söz almış, onlar da söz vermişler ama zaman içerisinde bunları inkâr tarafına gitmişler. Kendi kendileriyle kavga etmeye başlamışlar. Kendi ırkından ve dininden olan insanları sürgün etmeye başlamışlar. Ve karşı tarafta harb eden Yahudiler'den esir aldıklarını fidye karşılığında serbest bırakmışlar. Bunu da ki­tabına uydurmaya çalışmışlar. Demişler ki, Tevrat'ta buna müsade edili­yor,
Allah (c.c.) da bunlara siz kitabın bir kısmına iman ediyor da bir kıs­mını da inkâr mı ediyorsunuz diyor.
Tefsircilerimiz şöyle haber veriyorlar Mekke'nin etrafında Beni Kurayza, Beni Kaynuka ve Beni Nadr Yahudileri vardı. Medine'de ise Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Evs ve Hazreç putperest, diğer üç kabile ise Yahudi. Evs ve Hazreç birbirleriyle hep kavgalı. Beni Kurazya Evs kabi­lesini tutmuş. Beni Nadr'la, BenlKaynuka Yahudileri de Hazreç kabilesi­ni tutmuşlar. Bunlar birbirleriyle harbe tutuşunca Yahudiler de bunlara destek veriyorlar. Bu sefer hem putperesîerle hem de Yahudiler birbiriyle harp ediyorlar. Öldürüyorlar, sürgün ediyorlar ve karşı taraftan Yahudiler'den bile esir alındığı takdirde fidye karşılığında satın alıyorlar. Ve, fidye karşılığında serbest bırakıyorlar.
Allah (c.c.) bu yaptığınız Tevrat'a uymuyor, zamanla ecdadınızın verdiği söze de uymuyor. Peki zamanla ecdadı söz vermişse, Medineli Yahudiler'in günahı ne denmez. Mademki Tevrat'a iman ediyorlar. Tev­rat'ta da bu emirler var. Yani Tevrat'ta kendi ırkınızdan ve dininizden olanları öldürmeyeceksiniz, kendi ırkınız ve dininizden olanları sürgün etmeyeceksiniz, kendi ırkınız ye dininizden olanları esir etmeyeceksiniz yasağı var, yani emri var. Bunlar Tevrat'ta var. Tevrat'a iman eden adam bunları da kabul etmiş oluyor. Ama pratik hayatta'ise bunları inkâr etmiş oluyorlar.
Allah (c.c.) da '"siz kitabın bir kısmına iman edip te bir kısmını da inkâr mı edersiniz ?"der. Kim bunu yaparsa, yani kitabın bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkâr edecek olursa ona dünyada rüsvaylık vardır, Ahirette de azabın en çetini vardır diyor. Gelelim bize. Allah (c.c.) mü'minler için;
"Mü'minler birbirleriyle kardeştirler." "Ancak mü'minler kardeştirler."veya diğer bir ifadeyle "mü'minler ancak kardeştirler"  buyuruyor Rabbim.
Hani babamızdan ve annemizden dünyaya gelen oğlan veya kız kar­deşimizde olan kardeşliğimizi belgeleme mecburiyetinde kalırsak, nüfus dairesine gideriz. Nüfus dairesi oradaki defteri açar ve oradan bakarak yazar, elimize de bir belge verir. Filan şahıs filanın oğlan kardeşidir veya kız kardeşidir. Annesi şudur, babası şudur der. Yani kardeşliğimizi nüfus memuru onaylar, ama yanlış olabilir. Meselâ babamız kardeşimizi kendi üzerine sonradan kaydettirmiş olabilir. Annebabamızm üzerine bir başka çocukevîat edinme gibikaydedilmiş olabilir, ama nüfus memuru evet bu bunun kardeşidir demek mecburiyetindedir.
Fakat Allah (c.c.)'nün kaydında yani kitabında, mü'minler arasındaki kardeşliği onaylıyor. "Mü'minler kardeştir" buyuruyor. Öyle ise mü'min­ler kardeşse, kardeş kardeşi öldürmez, kardeş kardeşi sürgün etmez, kar­deş kardeşi esir olarak almaz. Kavga edebilirler mi? Orada zaten;
"Eğer iki mü'min grup birbirleriyle harp edecek olursa, aralarını bulunuz. İslah ediniz"[1][180]  buyuruyor Allah (c.c).
Peygamber Efendimiz de "Mü'minler kendi aralarında bir vücudun azaları gibidirler. Vücudun herhangi' bir yeri acıyacak olursa, hastalana­cak olursa, bütün vücut acıyı hisseder" diyor.
Yani bırakın kesmek, öldürmek, işkence yapmak, esir alma olayını yasaklıyor. Nasıl ki elimizi esir, almamız, elimizi dövmemiz, elimizi ke­sip atmamız, elimizi sürgün etmemiz mümkün değil ise, müslümaıt kar­deşimizi de dövmemiz, veyahut ta sürgün etmemiz, kesip atmamız müm­kün değildir.
Allah (c.c.) Yahudiler hakkında indirmiş olduğu bu âyeti kerîme ile bizi de uyarmış oluyor. Hani; "Siz kitabın bir kısmına iman edip te, bir kısmını inkâr mı ediyorsu­nuz?" diyor Rabbim.
Günümüzdeki bir kısım insanlara yöneliktir bu âyeti kerîme. Bu in­sanlar; "Kur'ânı Kerîm'e iman ediyoruz. Peygamberimize nazil olmuştur. Peygamberimize gelmiştir. Kitabımız kitapların en güzelidir" diyor. Ama arkasından ilave ediyorlar; "Fakat 1400 sene evvel nazil olmuştur. 1400 sene önce nazil olduğundan o günün şartlarına uygun olarak indirilmiştir. Şartlar değişti. Ziraat toplumundan, sanayi toplumuna, sanayi toplumun­dan da teknoloji çağma giriyoruz. Öyle olunca, şartlar değişince ahkam da değişir. Bir kısım âyeti kerîmelerin uygulanmamasında fayda var. Veya bir kısım âyeti kerîmelerin bazı insanların sözleriyle değiştirilme­sinde fayda vardır" gibi tenkitler getiriyorlar. Bu tenkidi getiren adam bu âyeti kerîmeye göre imansız oluyor. Yani âyetin bir kısmına iman edip te bir kısmını inkâr eden kişi hiç katıksız kâfir olur. Zorlamaya gerek yok. Yani bazı arkadaşlarımız "efendim işte cümlesinin başında "Kitabı kerîmimiz, Kur'ânımız" dedi ya, Kur'ân'a iman ettiğini söyledi." Arkasın­da söylediği ne olacak peki? Hani adama demişler niye namaz kılmazsın. Hepimizin bildiği Kurânı Kerîm'de;
"Namaza yaklaşmayın" diyor Allah (c.c). Onun için ben de kılmıyorum diyor. Peki âyeti kerîmenin devamını'oku demişler. Valla ben hafız değilim demiş.
Ayeti kerîmenin devamında Sarhoşken namaza yaklaşmayın" buyuruyor Rabbim. Sarhoşken namaz kılmayın diyor Rabbim. Adam da İlerisini bilmiyorum diyor.
Aynen günümüzde de Kur'ân'ın bir âyetini inkâr küfrü gerektirir. Adamın kâfir olmasına sebep olur. Hani bu kendi hayatımızda vardır.
Meselâ bir adam size diyor ki; senin bu vücudunun her tarafı sana fazla geliyor. Şöyle parmağının ucundan birini alayım ben, aslında adanim hiçbir ihtiyacı yok, sizde de bir hastalık yok, ama kesmek istiyor. Bu adam sizin kanınıza kasdediyor aslında. Yani ha vücudunuzun tamamını kesmeğe kasdetmiş, ha parmağınızı kesmeğe kasdetmiştir. Yani siz bu iş­ten acı duyacaksınız. Onun için .vücudumuzun herhangi bir parçası, vücudumuzun tamamını temsil ettiği gibi. Allah'ın (c.c.) bir âyeti de Kur'ân'm tamamını temsil ettiğinden birini inkâr tamamını inkâr gibidir.
Şimdi Rabbim bu tür insanları tarif ediyor. Yani Kur'ân'm bir kısım yahutta Tevrat'ın bir kısım âyetlerine iman edip te, bir kısmına inanma­yan, inkâr eden bu insanlar dünyada rüsvay olacaklar ki, rüsvay olmuşlar. Yahudiler rüsvay olmuşlar. Tâ o günden bu güne kadar dünyanın en eski milleti olmalarına rağmen İspanyol çingeneleri kadar sayıya erişememiş­ler. Hep korku içerisinde yaşamışlar. Hâlâ da korku içerisinde yaşamaya devam ediyorlar. İmkânları ne kadar bol olursa olsun, Hani adam kuş tü­yü yatağın içinde yatsa, kuş sütüyle de beslense her an camından bir namlunun uzanabileceğini hissetse, o kuş tüyü yatak ona akrep iğnesiyle dikilmiş yılan derisinden bir yatak gibi gelir, ve adam rahat edemez.
Onun için dünyada rüsvaylık var, ahirette de azabın en şiddetlisi var onlara.