Bakara 138 - Allah'ın boyasıyla boyanın




Mahmut Toptaş:

İnsanlara senin rengin ne diyorlar günümüzde. Senin rengin ne söyle bakalım diyoruz ya. Türkiye'de bu siyasî yelpazede yeşil renk tutmuştur. Bir de kırmızı renk tutmuştur. Ha bir de renksizler var. Kırmızı vardır. Yeşil vardır. Bir de renksizler vardır.

Ayet-i kerime zaten bunu konu ediniyor. Bu yeni değil yani günümüz insanının çıkardığı bir şey değil. Günümüzde kırmızı, yeşil bir de renksizlik söz konusu. İnsan bir çok şeyleri izah konusunda ya renklerle, ya çizgilerle, ya desenlerle ifade edecektir.

Ta Peygamber Efendimiz (a.s.v.) döneminde de aynı şekilde rengin ne senin? Seninki Yahudi, seninki Hıristiyan, gibi ifadeler kullanılıyormuş.

Allah (c.c.) de diyor ki, Allah'ın boyasıyla boyanınız. Allah'ın boyasından daha güzel boya kimindir?

İnsan Allah'ın boyasıyla nasıl boyanır? Yürüyüşünü, oturuşunu, kalkışını, eşiyle, çocuklarıyla, komşularıyla, tanıdıklarıyla, dostlarıyla, arkadaşlarıyla, tanımadıklarıyla ve bütün tabiattaki yaratıklarla olan münasebetlerini Allah'ın Kitabına göre yönlendirecek olursa, Allah'ın boyasıyla boyanmış demektir.

Bu âyet-i kerîme nazil olunca birisi sormuş: Allah'ın boyası nasıl olur? Allah, boya da yapar mı demiş.

Evet, tabiattaki kırmızı renkleri, yeşil renkleri, sarı renkleri, turuncu renkleri bütün renkleri yaratan O'dur denmiş. Yani buradaki boya aslında bizim hayatımızın aldığı istikamettir. İslâmî çizgide yürümekten daha güzel bir yolun olmadığım ifade ediyor Allah (c.c). Ama tabiattaki renkleri de Allah (c.c.)'ün yarattığı bir hadisi şerifte ifade edilmiş. Ve Haşr suresinin son ayetin de okuduğumuz (El Musavvir) ismi cemali de bunu ifade etmektedir.

Allahü Teala "Musavir'"dir. Yani eşyaya şekil veren, desen veren, renk veren Allah (c.c.)'dür. Bakıyoruz da, dünyanın en ünlü ressamının yaptığı bir resim bir milyar, beş milyar dolara veya marka satılıyor. Bir ressamın aya bakan çiçekleri, bir kaç milyara satılmış. Hakikaten güzel yapmıştır. Ama adamın kendisi bile yaptığından memnun değilmiş. "Ben bu aya bakan veya güne bakan çiçeğinin bin halinden bir halini, kokusuz, cansız ve o tazeliğini de veremeden donduruyorum" diyor. Dışarda gördüğünüz ayçiçeği (veya güne bakan çiçeği diyorlar.) O çiçeğin yaşarken, canlı tazeliği var, kokusu var, gıdası var içinde. Ama bir ressam veya bir fotoğraf makinası o çiçeğin bin halinden bir halini donduruveriyor. Ondan sonra da bize sanat diye veriliyor. Sanattır, yani bu ressamın yaptığı sanattır ama, asıl ressam Allah (c.c.)'dür. Musavvir olan O'dur. Onun renginden daha güzel bir renk vermek te mümkün değil. Hani Sultanahmet'te Ercail çiçeklerini görüyorsunuz, aynı yaprağın üzerinde görüyorsunuz moru var, kırmızısı var, yeşili var, sarısı var. Ressamlar onu takdir eder, ressama tapan insanlar onu takdir edemez yalnız. Çünkü ressam onun değerini bilir. Hatta tabiat bizim ilham kaynağımız dır der ressamlar. Ressam doğru söylüyor. Tabiat bizim ilham kaynağımız. Ama tabiatı yaratanı da bir tanıyıyerseler ki, bunu yapan vardır mutlak surette bir de tabiatı yaratanı tanımak lazım.

Biz o tabiatı boyayana ibadet yaparız diyoruz. Ne güzel sanat galerisini geziyorsunuz. Ondan sonra da oraya bir defter bırakmışlar, yazıyorsunuz  çok hoşuma gitti. Renkleriniz fena değil veya çizginiz fena değil." Efendim bir sürü şeyler yazılıyor. Yazılsın, biz de yazıyoruz. Yalnız,  Allah (c.c.)'ün galerisinde dolaştıktan sonra, Allah'ın ahkâmına göre yaşadıktan sonra diyoruz ve yazıyoruz: "Biz bu tabiatı yaratan ve bu tabiatı yöneten ve bu tabiatta renk cümbüşünü, ses cümbüşünü meydana getiren Allah (c.c.)'e ibadet ediyoruz O'nun yarattıklarına ibadet etmiyoruz."

O'nun yarattıklarına, Allah'ın hakimiyetine karşı duracak bir yönetim hakkını da vermiyoruz diyoruz.

 

Prof. Bayraktar Bayraklı:

{sıbğaîallâhi-Allah'ın boyası) ifadesindeki 'boya'manasına gelen sıbga kelimesinin manasını açığa kavuşturmak gerekir. Çünkü ayetin örgüsünü meydana getiren temel kavram odur.

Se-be-ğa kalıbında, yani fiil olarak alındığında boyamak, vernik sürmek, fırça ile düzeltmek, suya baünp vaftiz etmek, daldırmak, başka şekle sokmak, değiştirmek manalarına gelmektedir.

Sıbğ kalıbından, yani isim olarak alındığında renk, boya, boya eczası, boya tozu, allık, cila , makyaj, makine yağı anlamlarını ifade etmektedir. Baka-ra/138'de şu manaları ifade etmektedir: Allah'ın dini, Allah'ın yaratışı, Allah'ın hüccet ve delili, Allah'ın kanunu, yani sünnetullah.[150]

Diğer taraftan sıbğ kelimesi, Mü'minûn/20'de 'tat' manasına gelmektedir. Bu kavramın anlaşılabilmesi için Bakara/l 35'e dönmek gerekiyor.

Hatırlanacağı gibi, o ayette, yahudi ve hristiyanlar müslümanlara yahudi veya hristiyan olmalarını söylüyorlardı. Bir inancı veya dini kabullenmek, onun boyası ile boyanmak demektir. Hristiyanlar çocuklarını renkli bir suya batırarak vaftiz ederlerdi. O su, onlan adeta gerçek hristiyan yapıyordu. İşte bu ayet, insanın, böyle renkli sulara batırılmak suretiyle hristiyan olamayacağına işaret etmektedir.

Vaftiz çağını geçmiş olan müslümanlan bu yöntemle hristiyan yapmaları mümkün değildi. Onlara "Hristiyan veya yahudi olun, doğru yolu bulun" demekle, aslında mecazen, onlardan kendi inançlarının renkli suyuna dalmalarını istemiş oluyorlardı. Gerçek şu ki, şirke bulaşmış bir inancın başkalarına aşılanması ancak şartlandırma ile mümkün olabilir. Şartlandırma boyası ise sahte bir boyadır. Şimdi, "Allah'ın boyası" kavramını inceleyip, çıkaracağımız ilkeleri sıralayalım:

1.  İbareye "Allah'ın dini" manasını verebiliriz. Yahudi ve hristiyanlann teklif ettikleri din, sahtedir; din ancak Allah'ın dinidir. Beşer din koyamaz, olsa olsa felsefe yapılabilir. Din Allah'a aittir ve o alana beşer giremez.

2.  İbareyi "Allah'ın fıtrat kanunu" manasına da alabiliriz. İnsanın sahip olduğu psikolojik doğa, onu eğitmenin hareket noktasını teşkil etmektedir. Allah Rum/30'da eğitimin bu kanun dikkate alınarak yapılmasını istemektedir.

Yüce Allah, insanı yaratırken onu boyamış, yani ona bir psikolojik yapı vermiştir. Eğitim bu yapıyı değiştiremez, bu rengi silemez, yeni bir doğa yaratamaz. Sadece var olan bu doğayı geliştirip cilalayabilir.

ibare, Yüce Allah'ın eğitimini ifade etmektedir. Yüce Allah'ın eğitim ile insana kazandırdığı değerler, kendisinin yarattığı o iç yapıya uygun ve onunla uyumlu değerlerdir.

Bu değerler vasıtasıyla Yüce Allah, insana manevî bir şekil vermekte, kendisine nisbet ettiği bir boya ile boyamaktadır. Bu şekli ve rengi beşerin vermesi, hele hele hristiyan ve yahudi olmakla elde edilmesi mümkün değildir.

Çünkü Allah'tan daha iyi renk veren, yani eğiten kimse olamaz. Yüce Allah, böyle birinin var olup olmadığını, cevabı belli olan bir üslupla sormaktadır. Bir çocuk, suya batırmakla dindar yapılamaz; dindarlık, bir eğitim süreci sonunda, gönülden gelen bir oluşumdur.

"Bizden olursan doğru yolu bulursun" demekle doğru yol bulunmaz; doğru yol Allah'a kulluk edilirse, bulunmuş olur.

"Biz sadece O'na kulluk ederiz". İnsana, en güzel eğitimle en güzel boyayı süren ve en güzel şekli veren Allah kulluk edilmeye layık tek varlıktır.

Sadece Allah'a kulluk etmek, gerçek boyaya bürünmek ve gerçek eğitim almak demektir. Sadece Allah'a kulluk etmekteki karar, ısrar ve bilinç, ilahî boyanın etkinliğinin işaretidir. Beynin, gönlün ve nefsin gerçek boyası böyle bir kulluk bilincinde yatmaktadır. Allah'ın vaftizi, beyinde, gönülde ve nefiste olandır; suya batırılmakla olan değil.

Allah'ın boyası, ayrılıkların, kin ve düşmanlık duygularının silinip, ilahî nur ile dolan beyinlerin, gönül ve nefislerin boyasıdır. Şirkin karışmadığı, ha-niflikteki tevhid inancı neticesinde oluşan boyadır.

İlahî iradenin fırçası ile gönül duvarlarına, bir daha silinmemek üzere sürülen tevhid boyasıdır. Bu boya, barış, güven, teslimiyet ve ilahî rahmetle gönüllerin boyandığı bir boyadır. Tefekkür, takva, ihsan ve ihlas değerleriyle renklenen gönüllerin boyasıdır.

 

Elmalılı Hamdi Yazır:

Hıristiyanlar çocuklarını "ma'mudiye" dedikleri sarımtırak bir suya daldırırlar ve buna "ta'mid" yani "vaftiz" derler. Bunun da bir temizleme olduğunu söylerler ve ne zaman birisi çocuğunu vaftiz ederse, çocuk için, "İşte şimdi hakkıyla Hıristiyan oldu." derler. Buna karşı Cenab-ı Allah, müslümanlara buyuruyor ki, siz böyle yukarıda anlatıldığı gibi tevhid ile, hiç fark gözetmeksizin iman ettiğinizi söyledikten sonra şunu da ekleyiniz ve deyiniz ki; biz, Allah boyası olan ve yaratılıştan gelen iman ile iman ettik, sudan imana, sun'î (yapay) boyaya tenezzül etmeyiz. Allah boyasına bakınız, Allah boyasına, zira Allah'ın boyasından daha güzel kimin boyası vardır? Maddiyatta, tabiatta ve bütün kâinatta, dikkat ediniz O'nun boyasından daha güzeli var mıdır? Ağaçlara ve otlara, bütün çiçeklere, bilhassa insanların simalarına ve göz renklerine şöyle bir göz atınız, onlardaki doğuştan boya ile insanların sonradan sürdüğü sun'î boyalar arasında kıymet ve güzellik bakımından ne kadar büyük fark olduğunu görürsünüz. Özellikle insan bedenlerine sürülen ve yaratılışı bozan boyalar ne kadar arızî, ne kadar çirkin ve mülevves şeylerdir. İşte maneviyatta, din ve ahlâkta da durum böyledir. Din fıtrî bir din, iman ilâhî bir iman, temizlik doğuştan bir temizlik, güzellik doğuştan bir güzelliktir. Sonradan elde edilen bütün temizlik ve güzellik, aslında doğuştan gelen güzellik ve temizliğin korunmasına yöneliktir, sonradan ona ârız olmuş birtakım pisliklerin giderilmesine dönüktür. İnsanları bir paçavra boyar gibi, renkli bir suya sokup çıkarmakla elde edileceği sanılan ima n, sudan bir imandır, çok temelsiz bir dindir. Bunun ne kıymeti var ki? İman ile dini bir boyaya benzetmek gerekirse, biz Allah boyası olan bir fıtrî iman ile ve Allah tarafından boyanmış olmayı üstün tutarız. Maddî ve manevi bütün temizlik çabalarımız ve g üzelliklerimiz hep ilk oluştan, doğuştan gelen temelin muhafazasına yöneliktir. İslâm dini ve tevhid imanı, insanların Allah tarafından boyanmasıdır. İman en güzel Allah boyasıdır. Ve işte böylece biz ancak O'na ibadet ederiz, yalnızca O'na kulluk eyleri z. O'nun kulları, O'nun köleleriyiz. Diğer bütün peygamberlere inanmamız, O'nun gerçek peygamberleri olmalarından ve O'nun emirlerini bildirmelerinden dolayıdır. Yoksa biz onları ilâhlaştırıp tanrı yerine koymayız. Hele hele hıristiyanların Hz. İsa'ya yaptığı gibi, şirke sapmayız hatta kendi peygamberimize de tapmayız. Onun hakkında da "Şahitlik ederiz ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Resulüdür." diyerek kelime-i şehadet getiririz. nazm-ı celîli de yukarıdaki 'ya bağlı olarak âyetin sonuna kadar emrini n mekûlü kavlinde dahildir. Aradaki âyeti ise cümle-i mu'tarıza, yani ara cümledir. Şu halde ise "Allah bizi boyadı." meâlinde nın mef'ul-i mutlakı mevkiinde bulunmaktadır. Bununla beraber "iğrâ" (teşvik etme) babından olması da caiz görülmüştür.

Bakara 128 - Hz. İbrahim’in Rabbine duası




Diyanet:

… Bir önceki ayette Hz. İbrahim, Kabe'yi inşa etmekle işlemiş oldukları hayrın kabul edilmesini niyaz ettikten son­ra, kendisi ve oğlu İsmail'le soylarından gelecek ümmetin Allah'a teslim olup ita­at eden hâlis kullar olmaları, yüce Allah'ın takdirinin bu yönde tecelli ettirmesi di­leğinde bulunmuştur. Çünkü Allah isteyip takdir etmedikçe insanın O'na teslim olup itaat eden gerçek bir mümin ve müslim olması mümkün değildir. Bir kimse­nin, "Mümin olmak da kâfir olmak da sadece benim elimdedir" diyerek ilâhî ira­deyi dışlaması, her şeyin yapıp yaratıcısı olan Allah'a karşı bir edepsizlik ve say­gısızlıktır. Ayrıca İnsan yalnız itaatkâr bir kul olmasında değil, Allah'a ne suretle itaat ve ibadet edeceği, yani ibadetlerin şekillerini ve esaslarını bilme hususunda da O'na muhtaç olduğu için Hz. İbrahim duasının devamında, "Bize ibadet usul­lerimizi göster" diye yakarmış; bu arada kendisinin ve oğlunun, peygamber de ol­salar yanılgıları bulunabileceği düşüncesiyle Allah'tan tövbelerini kabul etmesini dilemiştir….

 

Prof. Bayraktar Bayraklı:

Bu dua, Hz. ibrahim'in üçüncü, Hz. İsmail ile birlikte yaptığı ikinci duasıdır. Birinci duasında, Mekke'yi güvenli bir belde yapmasını ve halkını eko­nomik nimetlerle donatmasını; ikincisinde Kabe'yi yaparken verdiği hizme­tini, üçüncüsünde de 128. ayetteki duasını kabul etmesini istemiştir….

"İkimizi de sana teslim olanlardan kıl' duası niçin yapılmaktadır? Hz. İb­rahim ve oğlu İsmail'in kendi iradeleriyle teslim olmaları mümkün değil miy­di? Bu soruların cevabını verebilmek için, ilahî iradeyle kulun iradesi arasın­daki çizgiyi iyi anlamak gerekir. Bu duayı yaptıkları anda kendileri zaten müslüman, yani teslim olmuş ve boyun eğmiş kimseler idiler. Demek ki, Al­lah da onların teslimiyetlerini kabul etmiştir.

Yukarıdaki soruların cevabını verebilmek için ayetin başında yer alan vec'alna kavramının manasına bakmamız gerekiyor… Kavramın manalarından bu ayete uygun düşenini isabetli bir şekilde tesbit eden Fahruddin Razi'nin görüşünü benimsiyoruz, ki o "hükmetmek" ma­nasını vermiştir. Demde ki, vec'alna ibaresi burada "bizim müslümanlığımı-za hükmet" anlamını ifade etmektedir. Yani kul kendi iradesiyle müslüman oluyor, ilahî irade ise, müslüman olmayı ona nasip ediyor ve böylece onu müslüman olarak değerlendirip hükme bağlıyor. Hz. ibrahim ile oğlu İsmail, bu değerlendirme ve hüküm için Allah'a dua etmektedir.

….

Bu mana ve izahlardan şu önemli sonucu çıkarabiliriz: Tercih ve irade kuldan, yaratmak Allah'tan. Kulun, yaratılan işin devamlılığını temin etmesi zordur. Devamlılık ilahî yardıma bağlıdır.

Çıkarılacak ikinci sonuç, müslüman bir nesil yetiştirmenin çok zor bir iş olduğudur. Peygamber bile olsa, babaların eğitimden bekledikleri neticeyi tam anlamıyla gerçekleştirebilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle daima Allah'ın yardımını istemektedirler. Hz. ibrahim'in önünde, bir de, oğlunu müslüman yapamayan veya yapmaya gücü yetmeyen Hz. Nuh örneği dur­maktadır. Ana-babalar ve eğitimciler, eğitim faaliyetinde bütün güçlerini kullandıktan sonra, bu faaliyetin olumlu bir netice verebilmesi için Allah'tan yardım istemelidirler. Duasız eğitim, susuz çeliğe benzer. Kur'an, çocuklan-nın iyi yetişmesi için dua eden peygamberlerin dualarını nakletmektedir. Biz buna "eğitimin dua boyutu" diyoruz.

(Bize ibadet yerlerimizi göster).

Bu ifade, bu duanın üçüncü bölümünü teşkil etmektedir. ayette ge­çen nusuk kavramının sözlük manalarını verecek, ardından da ayette ne an­lama geldiğim açıklayacağız. Fiil halinde, dindar bir hayata başlamak, bir za­hit hayat yaşamak, takva ehli olmak, öteki dünya işlerine dalmak manaları­na gelmektedir.

İsim halinde, takva, sofuluk, zahitlik, münzevilik anlamlarını ifade et­mektedir.

Nusuk kalıbından alındığında, kurban ve hac ibadetinin usûlleri manasına gelmektedir.

….

….

125. ayetten itibaren Beytullah konusu işlendiği ve Hz. ibrahim bu duayı Beytullah'ı imar ederken yaptığı için, hac ibadetinin kurallarının öğretilmesi manasına alınmasında yarar vardır. Genel manada bakınca, insanın müslü-man olduktan hemen sonra öğreneceği en önemli şeylerden birinin de ibadet­ler olduğu düşünülürse, menasikena kavramına "ibadetlerimizi" manası da verilebilir. Ayetin bu kısmına "Bize çıkış yollarımızı göster" şeklinde anlam vermek de mümkündür.

Bütün bu manaları göz önünde bulundurarak şu genellemeyi yapmamız ye­rinde olun Ayetin bu kısmı din eğitiminin temellerini atmaktadır. "Bize göster", ifadesi "bize öğret" demektir. Bu öğretim faaliyeti Allah'tan istenmektedir. De­mek ki, Hz. İbrahim ibadetlerin nasıl yapılacağı bilgisine ihtiyacı olduğunu an­lamış ve bunun öğretim vasıtasıyla giderileceğine de işaret etmiştir. Bir top­lumda, halka nasıl ibadet edileceğini öğretmek ve bu görevi yerine getirecek insanları yetiştirmek, eğitim politikasının gayeleri arasında yer almalıdır.

 

(Tevbemizi kabul et).

Bu ayetteki üçüncü istek, bu kısımla gündeme gelmektedir. İlk iki istek öğretimle alakalı iken, burada eğitim alanına girilmektedir. Tevbe kelimesini Bakara/37'de açıklamıştık. Buradaki manası, yapılan hatadan sonra, af dile­yip iyiye dönmektir. Peki Hz. ibrahim ile oğlu Hz. İsmail ne hata işlemişler­di ki, tevbe etme ihtiyacı duydular?

Peygamber bile olsa insan, her davranışından emin olamayacağı için her an tevbe etmeli ve affını dilemelidir. Müslüman, ümitle korku arasında bu­lunmalıdır, peygamberler de bundan istisna değildir. "Tevbemizi kabul et" ifadesi, hatalarımızı görmemezlikten gel manasını ifade etmektedir.


Onların müslümanlığına hükmetmesi, nesillerinden müslüman bir grup ye­tiştirmesi ve onlara ibadet şekillerini öğretmesi aslında Allah'ın, onlarla ilgi­lenmesi demektir. Yüce Allah'ın bunları yapması, tevbeleri çokça kabul etme­sinin ve merhametli olmasının bir gereğidir. Kullarının dualarını, isteklerini yerine getirmek, onlara icabet etmek, O'nun bu sıfatlarının işlerliğini ifade et­mektedir. Bu ayetten, Hz. ibrahim ile oğlu İsmail'in, Allah Teala'nın hangi sı­fatını anarak O'na yalvaracaklarının bilincinde olduklarını da öğreniyoruz.

 

Prof. Seyid Kutub:

Burada Hz. İbrahim ile Hz. İsmail, İslâm'a yöneltilmeleri konusunda Rabblerinin yardımını istediklerini, kalplerinin, yüce Allah'ın iki parmağı arasında olduğu gerçeğinin bilincinde olduklarını, hidayetin sadece Allah'tan olduğunu, kendilerinin bu konuda hiçbir irade ve güç sahibi olmadıklarını, yaptıkları şeyin yönelmek ve istemek olduğunu, kendilerine yardımcı olacak olanın yüce Allah olduğunu iyi bildiklerini dile getiriyorlar.

Sonra sözü müslüman ümmetin önemli bir karakteristiğine; dayanışma, yani kuşaklar arasında inanç dayanışması karakteristiğine getirerek "Soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar" diye yakarıyorlar.

Bu dua cümlesi, önem verdiği şeyleri açığa vuruyor. Böyle bir kalbin ana meşgalesi ve birinci derecede önem verdiği şey, inanç meselesidir. Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in (selâm üzerlerine olsun) yüce Allah tarafından kendilerine bağışlanan nimetin, yani iman nimetinin değerinin bilincinde olmaları, onları, bu nimetin kendilerinden sonra da devam etmesini güçlü bir arzu ile istemeye, hiçbir dengi olmayan bu nimetten soylarının da yoksun kalmaması için Rabblerine dua etmeye sürüklüyor. Bu yüzden soylarını çeşitli ürünlerle beslesin diye yüce Allah'a dua ederken onları iman besininden de mahrum etmemesini, onlara ibadet yerlerini gösterip ibadet biçimlerini açıklamasını ve hem tevbelerinin kabul edicisi hem de merhametli olması hasebiyle tevbelerini kabul etmesini dilemeyi de unutmuyorlar.

Ömer Nasuhi Bilmen:

Bu âyeti kerimede Hz. İbrahim'in kendi zürriyeti, aile ve evlâdı hakkındaki pek yüce dualarını göstererek bizlere bir dua ve yakarı; örneği göstermektedir. Evet... O ş an ı yüce mübarek peygamber şöyle dua buyurmuş: (Ey Rabbimiz! Bir de bizleri) benim ile oğlumu (sana iki Milaslı t emir ve yasağına hakkiyle uyan (müslüman) iki kul (kıl). Zürriyetimizden de senin için müslüman bir ümmet temiz inançlı bir zümre (vücude getir ve bizlere menasikimizi göster.) Yani hacca ve kurbana ait vazifelerimizi bize bildir. (Ve töbelerimizi de kabul buyur.) İnsanlık icâbı meydana gelecek noksanlarımızdan dolayı vuku bulacak pişmanlıklarımızı af ve mağfirete vesile buyur. (Şüphe yok ki tevbeyi kabul eden merhametli olan ancak Sensin.) Binaenaleyh daima Senin af ve mağfiretine, lütuf ve ihsanına sığınırız.