Bakara 142 - Kıble değişikliğine karşı akılsız tutumlar





“Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak. İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.” (Yunus 7-8)

 

Bakara 142: İnsanlar arasındaki bazı dar kafalılar: "Şimdiye kadar uydukları kıbleden onları vazgeçiren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır; O dileyen kimseyi doğru yola yöneltmeyi diler".

 

Prof. Bayraktar Bayraklı:

Ayetteki sefih kelimesinin, Bakara/ 13O'da dar kafalı, beyinsiz, aptal, dü­şüncesiz manalarına geldiğini söylemiştik. Burada bu manalardan "dar kafa­lılığı" tercih ettik.

Ayetle geçen kıble kavramı, 'yön', namazda yönelinecek mekan anlamına gelmektedir. Bu manada Kabe ile kıble aynileşmiş durumdadır.

Kıble, dikkatin yoğunlaştığı yer, bütün bakışların hedefi, ideal ve gaye an­lamlarına da gelmektedir.

Ayetin iniş sebebi, kıble değişikliğidir. Kıble iki kere değişmiştir, ikinci değişiklik, vahy vasıtasıyla olmuştur. Bütün müfessirlerin naklettiğine göre, Hz. Peygamber, hicret edene kadar Kabe'ye yönelerek namaz kılmış, hicret­ten sonra ise, Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmaya başlamıştır. Bu birinci kıble değişikliğidir. Süleyman Ateş'in nakline göre Resulullah, on altı veya on yedi ay Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmıştır. Bedir savaşından iki ay önce vahy ile tekrar Kabe'ye dönmesi emredilmiştir.

Bu ikinci kıble değişimi, yahudilerin üzüntüsüne neden olmuştur. Bu değişikliği hazmedemeyen yahudileri Yüce Allah, "dar kafalı" olarak nitelendirmiştir. Aslında Yüce Allah bize, değişime karşı gösterilen tepkinin yanlışlığını; böylece de meselenin olmuş bitmiş bir süreçten ziyade, değişime ve yeniliğe karşı olumsuz tepki göstermenin devam eden bir süreç olduğunu öğretmektedir.

Kıblenin değiştirilmesi, gayelerde, ideallerde ve hedeflerde zamanla deği­şiklikler olabileceği kültürünü oluşturmuştur. Ulaşılması mümkün olmayan ideal ve hedefleri bırakıp, ulaşılabilecek hedeflere yönelmek, daha verimli bir uğraşı içinde olmak, insan emeğinin daha ekonomik harcanmasını temin edeceği için, böyle değişiklikler yapmak, gelişimin ön şartıdır. Genelde gençler, gençlik psikolojisiyle hayalî hedefler ve kıbleler edinirler. Tecrübe ve kültürleri arttıkça, sosyal olayların analizini yapma yeteneğini elde ettik­çe, bu gayelerini, yani kıblelerini terkedip, başka gayeler edinirler ve bütün işlerini ona doğru yönlendirirler. Bu durumda şöyle diyebiliriz: Herkesin bir kıblesi vardır ve bu kıble onların amellerinin oluşumunda ana rolü oynar. Bu kıbleler, zamanla değişebilecek bir esnekliğe sahip olmalıdır. İşte Kur'an'da-ki kıble değişimi, bize, idealler konusunda esnek olmayı öğretmektedir.

Bütün semavî dinlerin özünün aynı olduğu inancından hareket eden insan­lar, daima tevhidi baz alacaklarından, diğer din mensuplarının kıblesine yö­nelmekte bir mahzur görmezler. Peygamberimiz de bu nedenle Kudüs'e yö­nelerek kitap ehliyle müşterek noktada buluşmak istediğini göstermiştir. Yü-oe Allah'ın, Peygamberimizi bir gece Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Ak-sa'ya götürmesi de bu müşterek noktanın önemini göstermektedir. Bazı dar kafalıların, "Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?" soru­suna, Allah şöyle cevap verilmesini emretmektedir:

 

(De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır).

Önemli olan şu veya bu yöne dönmek değil, gönlün Allah'a yönelmesidir. Kıblenin yer olarak bir önemi olmadığına işaret eden ayet, benliğin Allah'a çevrilmesinin önemine dikkat çekmektedir. Rum/31, Sebe/9, Mümtehine/4 ayetlerinde, sadece ve sadece Allah'a yönelmenin bir mana ifade ettiği vur­gulanmaktadır. Her yön Allah'a ait olduğuna göre; insan nereye yönelirse yö-nelsin, Allah'a yönelmiş olacaktır. Kıble ayetleri, yönelişte birliğin gerçekleş­mesi için Kabe'ye yönelme esasını koymuştur.

Namazda kıble birliğinin sağlanması; hacda da en eski mabedin merkez edinilmesi istisna edilirse, insanoğlu her yere yönelerek dua ve ibadet edebi­lir. Bu iki ibadet şeklinin belli bir disiplin içinde yürütülebilmesi için, Ka­be'ye, merkezî işlev yüklenmiştir.

 

(Dilediğini doğru yola iletir).

Kıble değişikliğinin Allah tarafından yapıldığını ifade eden ayetin bu kıs­mı, hem onların sorularına cevap vermekte, hem de değişikliğin hak oldu­ğunu vurgulamaktadır. Böylece, değişimin, daha iyiden, daha doğrudan ve daha faydalı olandan yana yapılmasının önemine işaret edilmekte; daha iyi­ye, daha güzele, daha doğruya ve daha faydalıya ulaşmak için yapılan deği­şikliğin meşru olduğu öğretilmektedir.

Demek ki kıble değişikliği, bedenin yön değiştirmesinden daha büyük hik­metler içermektedir. Bu da beynin, kalbin ve nefsin müştereken ördüğü insan benliğinin Allah'a giden yola girmesi, O'na yönelmesi ve teslim olmasıdır. Bir sonraki ayette, kıble değişikliğinin niçin yapıldığı cevaplandırılmaktadır

 

Mustafa İslamoğlu:

….

İbrâni peygamberleri, Kudüs’teki Hacer-i Muallak’a yöneleyerek ibadet ederlerdi. İsrailoğullarının kıblesi kutsal addolunan bu kaya idi. Hz. Peygamber, peygamberler zincirinin bir halkası olarak, kıble meselesinde kendisinden önceki şeriat sahibi peygamberin bıraktığı yerden başladı. Aynı zamanda Kudüs’e yöneliş toplumsal bir terbiye unsuru oldu. Atası İbrahim’in hatırası Kabe dururken bir Arap’ın başka bir yöne yönelerek ibadet etmesi cidden gurur kırıcıydı. Bu ağır sınavı mü’minler başarıyla verdiler ve Allah’a atalarından daha fazla bağlı olduklarını ispat ettiler. Onların ırk asabiyetleri ve kabile taasupları böyle törpülenmişti. Tabi bu durum Yahudilerin zaten abartılı olan gururlarını okşadı. Onlar bunu bir imtihan değil, kendi yersiz gururlarını okşayacak bir fırsat olarak gördüler. Akide haline getirdikleri toplumsal kibirleri daha da arttı. Şimdi sınanma sırası onlardaydı. Fakat onların bu sınavdan nasıl çıkacağı daha başından haber veriliyordu ki, Hz. Peygamber ve mü’minler hayal kırıklığına uğramasınlar.

Mahmut Toptaş:

Efendimiz emir üzerine Kabe'ye karşı dönünce bir kısım geri zekâlılar, laf ediyorlar. Aslında adamlar geri zekâlı değiller, dünya işlerini biliyorlar. Ticareti bi­liyorlar. Mallarını, mülklerini biliyorlar da asıl ticareti bilmiyorlar. Bü­yük ticareti bilmiyorlar. Büyük ticaret için yukarıda bir misal vermiştik. Onun benzeri bir misal verelim:

Geçici olarak bir insana şu nimeti alacaksın ama bu nimet senin elinde veya bu köşkte senin elinde. Bu köşkte sen bir ay kalacaksın. Bir ay sonra bu senin elinden alınacak. Bir aylığına burada kalacaksın deniliyor. Köşkün içinde içecek te vardır. Günah ta vardır. Her türlü pislik te vardır. Ama bir ay burada kalmazsan ilerisindeki köşke geçeceğiz. Orada ömür boyu kalacaksın denilse, adamın aklı başında ise bir aylığına olan yeri terk edip, Öbür tarafı tercih eder.

Allah (c.c.) de bu dünya hayatı 60, 70 seneliktir. Bu dünya hayatında isteyin ama güzellikle isteyin. Haram olmadan, harama bulaşmadan. Dünyanın güzelliklerini isteyin. Haramlarını değil. Ahiretin güzellikleri­ne ulaşacaksınız diyor.

Bu geri zekâlılar da biz bu dünyada vur patlasın, çal oynasın deriz. Öbür taraf ya olur, ya olmaz. Öyleyse biz bu dünyada muradımıza erelim diyorlar ve bundan dolayı sefih kabul ediliyorlar. Yani kâr ve zararını he­sap edememelerinden dolayı, diyorlar ki, yahu "bunları yönelmekte ol­dukları kıblelerinden kim döndürdü?"

Deki onlara: Doğu da Allah'ındır. Batı da Allah'ındır. Dilediğini doğru yola O iletir.

Yani bir zamanlar kuzeye dönüyorlarsa, şimdide bir emir üzerine gü­neye dönüyorlarsa emri veren Allah, doğuyu yaratan Allah, batıyı yaratan Allah, dilediği gibi mülkünde tasarruf eden Allah. Mülkün sahibi de O'dur.

Mülkün sahibi Allah'dır. Mülkünde dilediği gibi yine tasarruf eden de O'dur. (Al-i İmran: 26)

Buradan bizim için şöyle bir savunma da çıkıyor. Hani bu günün imansızları Hindistanı ve Budistleri örnek vererek; Hindistan'daki puta tapanların haclarının nasıl olduğunu, filme almışlar. Efendim ineklerine tapınıyorlar. Belirli bir yere kadar gidiyorlar. Orada belirli bir yerde tavaf ediyorlar. Efendim Ganj nehrinden su alıyorlar. Memleketlerine getiri­yorlar filan. Burada bize şu çağrışımı yaptırıyorlar. "Müslümanlıkla Hint dininin arasında bir fark yok. Onlar da bir yere kadar gidiyorlar. Bir su getiriyorlar. Müslümanlar da bir yere kadar gidiyorlar, bir taşın etrafında dönüyorlar. Ve oradan bir su getiriyorlar. Zemzem getiriyorlar." Bu imajı kendi kesimlerinden bazı insanlara vermek için bunu söylüyorlar, anlatı­yor, yazıyorlar.

Bilseler ki, biz bir zamanlar Kudüs'e yönelmişiz. Ondan sonra emre­dilmiş Kabe'ye yönelmişiz. Yani yöneldiğimiz yere tapınmıyoruz. Hz. Ömer (r.a.) demiş ki, Ey kara taş, vallahi seni kırarım. Ancak Allah Rasûlü'nü sana istilam ederken gördüm. Yani elini değerken gördüm. Ben de onun sünnetine uyarak seni istilam ediyorum. Elimle değiyorum diyor. Yoksa senin şu Medine'deki diğer kara taşlardan bir farkın yok di­yor.

Bunu ifade ederken bizim mesnevi şairi Tahini11-Mevlevi diyor ki, oraya yönelmemiz bizim birliğimizi sağlamaktadır. Nasıl ki müslüman bir devletin bayrağının yere düşmemesi için -müslüman bir devlette haki­miyetin sembolü bayraktır binlerce insan can verir. Burada gaye o 500 liralık bezin yere düşmemesi değildir. Metresi 500 liralık bezden, 5000 liralık bezden veya elli bin liralık bezden çok güzel bir bayrak yaparsınız. İpekten yaparsınız. Ama elli bin lira. bir damla kanın akmasına değmez. Ama bir milletin tamamı onun yolunda, onun yolu değil Allah'ın yoludur aslında bu Allah'ın hakimiyetinin sembolü olarak Peygamber Efendimiz (a.s.v.) da bayrak kullanmış. Onun düşmemesi için can verilmiş halbuki onun maddî olarak değeri 50 liradır, 500 liradır, ellibin liradır. Yani bu kadarlık bir bez parçasıdır. Ama ifade ettiği mânâ büyüktür.

Kâbe-i Muazzama'daki Haceru'l-Esved'in de ifade ettiği mânâ bü­yüktür. Rabbimin emrine yöneliyoruz biz. Hacerü'l-Esved'e değil. Biz Rabbimin "Yüzünü Mescid-i Haram1 a çevir" emrine yöneliyoruz. Emri yerine getiriyoruz. Kâbe-i Muazzama'ya yönelin demiş. Biz o emri yerine getiriyoruz. Allah (c.c.) bir başka adres gösterseydi oraya yönelirdik. Çünkü doğu da batı da Allah'ındır