Bakara 45-46 Sabır ve namaz belirleyicidir


Prof. Seyid Kutub tefsiri :
Yani bu ayetin dile getirdiği gerçeği kabul etme çağrısı, yüce Allah'a saygı duyanların, bütün varlıkları ile O'nun önünde boyun eğenlerin, O'nun korkusunu yüreklerinde taşıyıp kendisinden çekinenlerin, O'nunla buluşacaklarından ve O'nun huzuruna döneceklerinden hiç kuşkusu olmayanların dışındakilere zor, ağır ve sıkıntılı gelir.
Sabır yolu ile Allah'tan yardım isteme uyarısı, Kur'an'da sık sık tekrar edilir. Sabır, her türlü sıkıntıya karşı direnebilmek için gerekli olan bir azıktır. Sözkonusu sıkıntıların en başta geleni de, hakka gösterilen saygının, hakkı diğer her şeye tercih etmenin, gerçeği kabul edip ona boyun eğmenin sonucu olarak liderlikten, mevkiden, menfaatten ve dünyalık kazançtan vazgeçme sıkıntısıdır.
Peki, "Namaz kılma yolu ile Allah'tan yardım istemek" ne demektir? Namaz, kul ile Allah arasında bir buluşma vesilesi, bir ilişki bağıdır. Kalbe güç kazandıran, ruha Allah ile ilişki halinde olduğu duygusunu aşılayan, nefse dünya hayatının tüm sevgili varlıklarından daha kazançlı değerler sağlayan bir ilişki. Böyle olduğu içindir ki, Peygamber efendimiz karşılaştığı her sıkıntılı durumda namazın rahatlatıcı kucağına sığınırdı. Oysa kendisi ile Rabbi arasında zaten son derece sıkı bir ilişki vardı, ruhu vahiy ve ilham bağları ile zaten Allah'a bağlı idi. Buna göre namaz; aç kalan yolcu için bir azık, çöllerde susuzluktan kıvranan biri için can veren su, kendisine yardım gelebilecek tüm yolların, dağların karla kaplandığı bir sırada, bütün ümitleri kaybolan yolda kalmış biri için imdadına yetişen bir ümit kaynağıdır. Bu kaynak mü'min için her an elinin altında bulunan sürekli fışkıran kurumaz bir pınardır.
Allah ile buluşulacağına ve her konuda sırf O'na başvurulacağına kesinlikle inanmaya gelince, bu inanç; sabrın, sıkıntılara katlanmanın, takvanın ve duyarlılığın temel dayanağıdır. Ayrıca değerleri doğru tartabilmenin, onları gerçek yerlerine koyabilmenin de temel dayanağıdır. Hem dünya ve hem de Ahiret değerlerini yani. Bu ölçüler doğru tartılıp her biri gerçek yerine konulduğunda, dünyanın, tümü ile "bir kaç para" ve basit bir eşya yığını olduğu meydana çıktığı gibi, Ahiretin de hiçbir aklı başında kimsenin tercih etmekte, ön plâna almakta tereddüt etmeyeceği bir gerçek olduğu ortaya çıkar.
Yukardaki ayetlerin devamında İsrailoğulları'na yeniden seslenilerek kendilerine bağışlanan Allah'ın nimetleri ayrıntılara girmeden hatırlatılmakta ve kıyamet gününün korkunç yönlerine dikkatleri çekilmektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen tefsiri :
Ey Allah'ın kulları!.. Sabır ile ve namaz ile işleriniz hakkında Rabbinizden yardım isteyiniz muvaffakiyet bekleyiniz. Namaz şüphe yok ki ağırdır. Buna alışmayanlara çetin bir iş gibi görünür. Ancak Haktan korkanlar için değil. Takva sahibi olanlar için bu çetin bir iş değildir. Öyle ibâdet ve itaat ehli için namaz; en zevkli, ruhu besleyen ibâdettir. Onlar bu gibi vazifeleri büyük bir şevk ve gayretle ifaya çalışırlar. Fakat Allah'tan korkmayan, nefislerine mağlûp olan, hakikî İstikbali düşünmeyen kimseler için sabretmek, namaz kılmak büyük bir iş gibidir. Onlar bu gibi mühim, kutsî vazifelerden faydalanamazlar.
Rivayet olunuyor ki: Rasûlü ekrem, Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz güç bir olay karşısında kalınca namaza başlar, onunla Cenâbı Hak'tan yardım talebinde bulunurdu.
Allah'tan korkanlar o zatlardır ki o hakikî mü'minlerdir ki, öldükten sonra Rablerine kavuşacaklarını Cenâbı Hakkı göreceklerini onun manevî huzuruna döneceklerini âhirette onun cennetlerine, Yüce Allah'ı görme şerefine nail olacaklarını düşünüp tefekkür ederler büyük bir şevk ve neş'e ile ibâdet ve itaate devam eder dururlar. Ne bahtiyar zevat!

Ali Küçük tefsiri:
Onun için yardıma ihtiyacın olacak, yardıma muhtaç olacaksın. Bunu başkalarına deme ve bunu kendin yapma konusunda yardıma muhtaç olacaksın. Bu durumda da biri sabırla, diğeri de namazla Allah’tan yardım iste! Allah’ın yardım kapılarının anahtarı sabır ve namazdır. Bazen nefsin egemenliği, bazen dışındaki ve içindeki şeytanlar, bazen mal mülk derdi, seni baş aşağı getirecek noktaya gelebilir. Bazen bir şeylerden dolayı güçsüz düşebilirsin. İşte o zaman da sabır ve namazla Allah’tan yardım iste! Sabır; direnç demektir. Veya dayanmak demektir, süreklilik veya devamlılık demektir. Kâfirlerin de hareketlerinde bir sabır veya müslümanların da hareketlerinde bir sabır söz konusudur.
Meselâ kâfirler peygamberimiz karşısında dayanabilmek için birbirlerine yürüyün! dediler. Aman bu peygamber karşısında pes etmeyin! dayanın, dişinizi sıkın ve sabredin! dediler. Sâd sûresinde bu husus şöyle anlatılır:
"İlâhlarınıza sarılarak yürüyün! Dayanın! Sabredin! Zaten sizden istenen de budur." (Sâd: 6)
Diyorlardı. Eğer siz İlâhlarınıza sabreder, İlâhlarınıza sıkı tutunursanız bu peygamberin size yapabileceği bir şey yoktur, diyorlardı. Ve gerçekten de "Ben dedemi şu putun önünde secde ederken buldum. Ey Muhammed, ne yaparsan yap, beni dedemin yolundan çeviremezsin!" diyerek putuna sabredip sıkı tutunan Ebu Cehil’e Allah’ın Rasûlü hiç bir şey yapamıyordu.
…… Bugün de onların İlâhlarına sarılıp sabrettikleri kadar keşke bugün müslümanlar da kendi İlâhlarına, İlâhlarının kitabına sarılmayı bir becerebilselerdi, tüm dünya düşman olsa bile kimsenin yapabileceği bir şey kalmayacaktı onlara. Dünya üstlerine gelse imanlarında sarsamayacaktı onları.
Zaten sizden istenen de budur! Siz ilahlarınıza iyi tutunur ve yolunuza devam ederseniz bu peygamberin size yapabileceği hiç bir şey yoktur diyorlardı. Sabırlı olmak demek bıkmamak, usanmamak demektir. On yıldır namaz kılıyorum! Yeter artık dememek sabırdır. On yıldır içki içmiyorum! Yeter artık bu kadar dememek sabırdır. İbâdetten bıkmamaya, günahtan kaçınmaya devam etmek sabırdır. Allah’ın nasıl isterse bizi öylece imtihan ettiğine, edeceğine, gönderilen sorular istikâmetinde Allah’a kulluk etme şuurunun devamına da sabır diyoruz. Bazen yangınla, bazen hastalıkla, bazen zenginlik, bazen fakirlikle, Rabbimizin bizi nasıl isterse öylece imtihan edeceğine iman etmek, sabırdır. Bazen müslümanların zafiyetleriyle, bazen kâfirlerin gücüyle, bazen zaferle, bazen yenilgiyle, bazen Bedir’le, bazen Uhudla imtihan eder Allah. Biz de o konuda sabredeceğiz. Yâni o konuda nasıl kulluk etmemizi istiyorsa öylece kulluk edeceğiz. Sabır, insanın vücudundaki baş mesabesindedir. Başı olmayan bir bedenden nasıl ki hayır beklenmezse, sabrın kontrolünde olmayan bir imanda da bilelim ki, hayır yoktur. Sabır çok önemlidir İslâm’da:
 “İnnallahe mea’ssabirin” denirken “İnnallahe mealmusallin”
Denmediğini görüyoruz. Yâni Allah namaz kılanlarla beraberdir denmezken, Allah sabredenlerle beraberdir dendiğini görüyoruz. Çünkü sabır, namazdan da şümullüdür. Zira namaz kılabilmenin, bunları yapabilmenin yolu da sabırdan geçer. Namaza sabredecek ki kişi, namazı kılabilsin. Zekâta sabredecek ki, verebilsin. Sabır önemlidir. Kulluğa sabır, her şart altında kulluğu sürdürmeye sabır, şeytana ve şeytan taraftarlarına uymamaya sabır. Günahlara düşmemeye, nefsin arzularına kanmamaya sabır gibi.
Evet namazla ve sabırla Allah’tan sürekli yardım isteyeceğiz. Çünkü her ân şeytanla karşı karşıya bir hayat yaşıyoruz. Üstelik şeytanın tüm yardımcıları da bizi çepeçevre kuşatmışlardır.
Şeytanın sıkıntıları, şeytan dostlarının ürettiği sıkıntılar, dünyanın tabîi sıkıntıları, bir de müslümanlıklarının farkında olmadan yaşayan müslümanlardan gelecek sıkıntılar bizi bunaltacak noktaya geldiği zaman başka da çaremiz yoktur. Tüm bu aleyhte şartlara rağmen yine de müslüman kalabilme bilinciyle Rabbimizden yardım isteyeceğiz. Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyeceğiz.
Namazla ve sabırla Allah’tan yardım dileyin, ama:
"Gerçi bu namaz nefislere pek ağır gelir. Ancak haşiûn olanlar bunun dışındadır"
Ama bu sizin Allah’tan yardım isteyeceğiniz namaz, gerçekten çok ağır ve zor bir konudur. Allah’a bağlanmanın özünü kavrayamamış, Allah’ın ulûhiyeti ve rubûbiyeti karşısında tam teslimiyet gösterememiş insanlara namaz ağır gelir, zor gelir. Lâkin huşû erbabı için zor değildir namaz. Yâni kalpleri Allah’ı ve Allah’ın âyetlerini anmakla yumuşamış, Allah’ı ve Allah’ın âyetlerini hatırlamaktan zevk alan huşû sahipleri için zor gelmez.
Namaz demek ki, Allah’tan yardım isteme konusuymuş. Ebu Dâvûd’un rivâyetinde şöyle buyurulur:
"Allah’ın Resûlü ne zaman bir şeye üzülürse hemen namaza dururdu."
Bir başka rivâyette de hadîseler onu üzüp, bitkin hale getirince:
"Bizi serinlet ey Bilal!"
Yâni bir ezan oku ey Bilal! Bir namaza duralım da rahatlayalım buyururdu. İbni Cerir rivâyet eder: Allah’ın Resûlü karnı ağrıyan bir adam gördü de ona şöyle buyurdu: "Kalk namaz kıl! Çünkü onun şifası namazdır" Buyurdu. Yine rivâyet edilir ki İbni Abbas’a kardeşinin vefat haberi verilince önce istirca etti, sonra da hemen bir kenara çekilip iki rekat namaz kıldı. Böyle bir durumda Allah’tan yadım dilemeyi ihmâl etmedi. Namazla Allah’tan yardım dilemek.
Öyleyse biz de öyle bir namaz kılalım ki, Allah bize yardım etsin anlamına gelecektir bu. Yâni Allah’ın yardımını celp edecek bir namaz kılmalıyız. Eh ben namaz kıldım. Ya Rabbi hani bana beş bin lira verecektin! Olmayacağına göre, namazın bizzat kendisi yardımın gereğidir. Yardımın anahtarıdır yâni. Bir de peygamberimiz diyor ki; namazla Allah’tan şifa isteyin! Demek ki şifa konusunda da yardım namazla olabilecek, namazla istenebilecektir. Artık ne tür bir şifadır bu? Sosyal dertlere mi? Bedenî dertlere mi? Ailevî dertlere mi? Bunları erbabı namaz bilir diyoruz.
Herhalde Allah’ın istediği biçimde bir hayat süren adam, acıları da pek o kadar duymayacaktır. Meselâ şu anda Bosna’dakiler veya Çeçenistan’dakiler eminim bizden daha rahatlar. Bazen kolu gidiyor, bazen ayağı kopuyor, bazen arkadaşı ölüyor gözünün önünde ama adam hiç tınmıyor bile. Niye? Belki de o ortamı daha bir yakın görüyor ve yaşıyor da ondan. E şimdi namaz demek kişinin Allah’la beraberliği demek olunca, elbette Allah’tan yardım dilemesi de, şifa dilemesi de mümkün olacaktır.
Bir de bildiğimiz namaz "Ta’limi mesele" olan Fâtiha ile Allah’tan yardım dileme makamıdır. Hani günde kırk defa:
"Ya Rabbi sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz!" (Fâtiha: 5)
Ya Rabbi tüm hayatımda sadece senin kulun olacağım! Sadece seni dinleyecek ve sadece senin git dediğin yere gideceğim! Boynumdaki ipin ucunu sadece senin eline vereceğim! Ama bu gerçekten çok zor bir şeydir. Beni senden koparıp kendilerine kulluğa çağıran binlerce sahte Rabler var. Bu konuda da yardımı senden bekliyorum! Bana yardım et Allah’ım! diye Allah’tan yardım isteme makamıdır namaz. Namaz kılmayan bir adam, yâni bu duayla günde en az kırk defa Allah’a iltica etmeyen bir adamın tüm hayatı bozuk demektir. Neden? Çünkü Allah ona yardım etmeyecek demektir. Allah’tan yardım istemediği için Allah’ın kendisine yardım etmediği kişi zekâtı da veremeyecektir, orucu da tutamayacaktır, müslümanca bir hayata da muvaffak olamayacaktır.
Sabırla ve namazla Allah’tan yardım isteyin!  Ama bilesiniz ki bu namaz, gerçekten zordur, ama haşyet duyanlar müstesna. Haşiun olanlar müstesna. Peki kimmiş bu haşiûn? Bundan sonra Cenabı Hak haşiûnun kim olduğunu anlatacak:

46: "Onlar öyle kimselerdir ki, her ân Rablerine kavuşacaklarını ve ona döneceklerini bilirler."
Bu kişi her ân Allah’la karşı karşıya gelivereceğine inanan kişidir. Hani bir şehre gidersiniz de orada çok sevdiğiniz bir arkadaşınız olur. Yıllardır görüşmediğiniz, ama görüşebilmek için can attığınız bir arkadaşınız var o şehirde. Günün birinde o şehre gittiğiniz zaman her köşeyi dönüşünüzde onunla karşılaşıverecek gibi olursunuz değil mi? Ha şu köşeyi dönerken, ha bu sokaktan geçerken karşınıza çıktı çıkacak gibi beklersiniz değil mi onu? İşte burada anlatılan haşiûn mü'minler de Allah’la ha karşılaştılar, ha karşılaşıverecekler. Allah’la her ân karşı karşıya gelivereceklerine inanan insanlarmış bunlar. Her ân Rablerinin huzuruna çıkacaklarının bilincinde olan insanlarmış bunlar.

Buradaki zan, iman mânâsına gelen bir zandır. Halbuki Türkçe’deki zan biraz bundan farklı. Zannederim şöyle, zannederim böyle, şeklindeki ihtimal zannı değildir bu. Yâni kişinin kesin olduğuna inandığı bir şey. Meselâ kapıdan çıkarken zannederim babamla karşılaşacağım gibi bir zan düşünün. İşte Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannı taşıyan insan. Allah’la ha karşılaştım! Ha karşılaşacağım! Zannı içinde, ümidi içinde bulunan insan. Nasıl yâni? Adam kapıdan çıkarken Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannında, müşteriyle beraber olunca, kadın elini uzatınca, ya da yemek yerken, ya da yatarken, ya da kalkarken, yerken, içerken. Yâni hayatının her bir biriminde, zaman ve mekân diliminin her kesiştiği noktada, her halükârda Allah’la karşı karşıya gelivereceği zannında yaşayan insanlar. Yaşadığı hayatın her bir saniyesinde Allah kontrolü altında olduğunun, yaptıklarının tümünü Allah’ın gördüğünün şuurunda olan insanlar. Her ân ölüvereceği ve Rabbinin huzuruna çıkıvereceğinin bilincinde bir hayat yaşayanlar.

İşte bunlara, böyle yaşayan insanlara namaz kolay gelirmiş. Peki ne anlıyoruz bundan? Yâni ne demektir bu? Anlayabildiğimiz kadarıyla bu ölüm demektir. Yâni bu insanlar şöyle yaşarlarmış: Ha şimdi ölüyorum, ha biraz sonra ölüyorum! Ha şu köşeyi dönerken, ha bu lokmayı yutarken, ha bu sözü bitirmeden öleceğim! Zannıyla yaşamaktır bu. Kesin bilgi değildir bu. Hem kesin, hem de öyle değil, bir zandır yâni. Hâkka sûresinde de var bu zan, ama orada da iman mânâsına kullanılmış: Kıyamet günü, hesap kitap dönemi, kitabını eline alan mü'min şöyle diyecektir:
"Ben zaten böyle bir hesap ve kitapla karşı karşıya geleceğimi zannediyordum!"(Hâkka: 20)
Diyecek. Yâni kesinlikle böyle bir günle karşı karşıya geleceğimi biliyordum! Ben bugünün bilinci içinde yaşıyordum. Bugün ha geldi ha gelecek, bunun bekleyişi ve şuuru içindeydim. Bunun zannı içindeydim. Nasıl bir zan yâni? Halbuki Türkçe’deki şüphe anlamına gelen bir zan, insanı cennete götürmez.
Buradaki zan, şüphe anlamına gelmez. Efendim hadisler zan ifade eder. Öyleyse zanla da amel edilmez. Haberi vahid zan ifade eder, binaenaleyh onunla amel edilmez! O kadar boş bir laf ki, bakın Allah zannı böyle kullanıyor. Kraldan fazla kralcı kesilmenin anlamı yoktur.
Veya bunu gerçekten bir zan anlamına anlarsak o zaman şöyle diyeceğiz: Âhirete hazırlık yapmak, âhiret konusunda dikkatli davranmak için sadece bir zan bile yeterlidir. Zira bugün insanlar bir zan ile de olsa gelebilecek ciddi bir zararı önleyebilmek için, zanla bile olsa gelebilecek bir tehlikenin önüne geçebilmek için nasıl harekete geçiyor, nasıl tedbirler almaya çalışıyor değil mi? Halbuki kesin bir bilgisi yok adamın, sadece bir tehlikenin yaklaştığını zannediyor, o kadar. İşte âhiret konusunda da hazırlık yapıp bu konuda tedbirler almanız için bir zan bile yeterlidir deniyor.
Bundan sonra yine İsrâil oğullarına hitap ederek şöyle buyurur Rabbimiz:
Anladınız mı ey Beni İsrâil? Ey Yakup çocukları! Ey Yakup’un çocuğu olma şerefine erenler!

Elmalılı Hamdi Yazı tefsiri :
45. Şimdi bu güzel hitaplara, baştan başa hak ve doğru olan bu beliğ emirlere, yasaklara, ahlâkî davetlere, irşadlara karşı söyleyecek söz yok, hepsi güzel. Fakat bu kadar zaruretler içinde bunları yapmak kolay mı? Bu kadar ciddiyete, bu kadar doğruluğa dayanılabilir mi? derseniz daraldığınız zaman da ihtiyaçlarınıza sabır ve salât (namaz) ile yardım isteyiniz.
Bunlarla Allah'dan yardım isteyiniz.
Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için dayanmak ve karşı koymaktır ki, her ferahın, her başarının anahtarıdır. Baştaki darlığın, sıkıntının geçmesi için Allah'ın yardımını celbedecek sebeplerin birincisidir. Sabırsız ruhlar her zaman darlık içindedir. Onların, dünyaya ait olaylara hiç dayanıklılıkları yoktur. H er şey ister, her şeyden rahatsız olurlar. Genişlik zamanında eldeki nimetin kıymetini bilmezler, gözleri daima başkasındadır. Az bir yokluk görünce tahammül edemez, hemen mahvolurlar. Halbuki dünyada değişmeyen, tahavvül etmeyen hiçbir şey yoktur. Bunda n dolayı bir darlığa düşmüş olanlar, Allah'a kalbini bağlayarak, bunun da Allah'ın izniyle geçeceğine iman eder ve Allah'ın yardımını, mutluluk ve ferah gününü temiz kalp ve olgun iman içinde beklerse sonuç kurtuluş olur. Ve hiçbir fenalığa düşmeden kurtul u ş olur. Bunun için nefisleri sabra alıştırmalı, insan sabrı alışkanlık edinebilmelidir. Bu alışkanlık, acıyı bırakmak için değil, def etmek içindir. Ve bunun (yani sabra alışmakla nefsi süsleyebilmenin) en iyi çaresi oruçtur. Oruç insanı, her halde, sabra alıştırır, tiryakilikleri tedavi eder. Bundan dolayıdır ki, buradaki sabır, doğrudan doğruya, oruç ile de tefsir olunabilir ve olunmuştur. Fakat her iki halde de burada aslî kastedilen şey, bizzat sabır mânâsıdır, oruç bunun bir vasıtasıdır. Bununla berab e r namazın bu konuda da büyük önemi ve faydası vardır. İnsan yıkanır, temizlenir, ayıplarını, ayıp yerlerini kapatır. Bunları yapmak için emek ve mal da sarfeder. Yüzünü kıbleye çevirerek istikametini (yönünü) tayin eder. Kalbini iyi niyetle doldurur. Gönü l buhranlarını, şeytan vesveselerini atarak, ruhunun birlik duruluğunu incelemeye çalışır, bütün uzuvlarıyle ve büyük bir saygı ile tekbirini alır ve ibadete koyulur. Dünyanın acılarını, tatlılarını şöyle bir tarafa atar, Hak Teâlâ'ya dua eder, onunla konuşur. Kur'ân'ını okur, dinler, onun huzurunda hayatın akışını, başlangıcını, sonucunu arz eder, Kitap okur; dikilip beklemek, eğilmek, defalarca kapanmak, yine kalkıp doğrulmak, nihayet oturup dinlenmek ve sonunda selam ve esenliğe ermek ve o anda gaybtan ş e hadet (görünürlüğ)e geçerek, şehadet getirmek gibi ruhî, bedenî büyük bir nizam ve intizam ile bir mirac yapar. Ve hiç şüphesiz bu ulvî manzaralar içinde nefisler, zahir (dış) ve batın (iç)larında kaybetmek üzere bulundukları intizamı yeniden temin ederle r. Sabırdaki acılıkları da unutur veya hafifletirler ve bütün bunlar ilâhî yardımın celbine aracı olur. Darlıktan patlayacak dereceye gelen o fena nefisler kuvvetlerini, itimatlarını arttırırlar, sıkıntı zamanlarının kolaylıkla geçmesi için imkan bulurlar v e fazla olarak ayrıca bir saadet zevki, bir bahtiyarlık duyarlar, bir ruh kazanırlar ve bu sayede yalan dolan, karıştırma, hakkı gizleme, aldatma, aldanmak, düşmanlık, tecavüz gibi zilletlerden, düşüklüklerden kendilerini kurtarırlar

ve o yüzden gelecek çi rkin menfaatlere tenezzül etmeksizin sonunda ilâhî yardımın büyük tecellilerine ererler. Çünkü bütün dünyadaki beşerî ızdırabın esası, genel ahlâkın düşmesinde ve hak yerine batılın itibar kazanmasındadır. Allah'ın öfkesini celbeden de budur. Yoksa Allah'ın rahmeti âleme şamildir. Evet ama, bu sabır, bu namaz, böyle yardım dileme kolay mı? şüphesiz bu da kolay değil, ağır ve büyük bir iştir ama ancak hâşiîn (layıkıyle korkanlar)e değil, başını öne alıp düşünen saygılı kimselere ağır gelmez, hatta zevk v erir, meleke (alışkanlık) olur.

46. o saygılı kimseler ki şunları, şu demleri gözetirler, her halde kendilerinin bir gün olup Rabb'lerine kavuşacaklarını, Rabb'lerinin lika (karşılama)sına ereceklerini, ve her halde dönüp ona varacaklarını, amellerinin mükafatını alacaklarını sayarlar. İşte bunların her halde olacağını bir galip ve kuvvetli zan ile olsun bilenlere, sabır ve namaz ile yardım dilemek ağır gelmez. Bunlara ağır gelmezse, hiç şüphesiz yakîn sahibi olan iman ehline hiç ağır gelmez. "Zann"ın bazan ilmi yakîn (kat'i ilim) mânâsına geldiği vardır. Burada bir hayli tefsir âlimleri bu mânâ ile te'vil etmişler ve bunda zan ile iman olamayacağı esasını ve "hâşiîn"in, mü'minînden ehas (daha hususi, özel) olması düşüncesini gözetmişlerdir. Halbuk i zannı, yakîn ile te'vil etmektense, hâşiîni lügat mânâsından almak âyetin siyakı (gelişi)na daha uygundur. Huşû "boyun eğmek", iman ve îkân (sağlam bilgi) ile ilgili olabileceği gibi, galip zanla da olabilir. Zira galib zan, amelin vacip olduğunu ifad e eder. Yarın gelmesi galib zan ile zannolunan bir hayır veya şerre karşı akıllı insan kayıtsız davranamaz. Şu halde sabır ve namaz, galib zan ile hareket edildiği takdirde bile, insana ağır gelemiyeceği açıklanınca, bunun yakîn ve iman ile hareket edildiğ i takdirde hiç ağır gelmiyeceği ve hatta katıksız zevk olacağı öncelikle anlaşılır bu da âyetin sevkinin İsrailoğulları'na hitap olması itibariyle daha özgün ve daha faydalı olur. Burada diğer bir mânâ daha muhtemeldir ki onu da meâlde gösterdik.

Şimdi bir taraftan İsrailoğulları'nı nimeti yadetmekle İslâm'a davet eden bu hitabı kuvvetlendirmek ve te'yit etmek, diğer taraftan da geçmişte nail oldukları nimetleri hatırlatmak ve onlardan mahrum oluşlarının sebeplerini anarak İslâm dinini kabul ettikleri t akdirde o geçmişten daha şanlı bir geleceğe nail olabileceklerini ve aksi halde dehşetli bir korkutmaya maruz bulunduklarını ve bunların karşısında, düşük menfaatler arkasında dolaşmanın çok vahim (korkunç) olduğunu anlatmak için şöyle bir nida (çağrı), b i r hitap daha yöneltiliyor ki, bu, bir taraftan kısaca bir özet, diğer taraftan bir tafsîl (etraflıca anlatma) başlangıcıdır:

Mevdudi tefsiri:
45. Yani "sabır ve namaz, Allah yolunda karşılaşılan güçlüklerin çözülmesine yardım edecektir." Arapça sabır kelimesinin sözlük anlamı "kontrol etme ve bağlama"dır. Fakat kullanımda, dayanmak, zorluklara göğüs germek anlamına gelir. Kur'an bu kelimeyi, kişinin vicdanına başvurarak seçtiği yolda karşılaştığı zorluklar, yıldırımlar karşısında cesaret ve dayanıklılıkla yürümesini sağlayan ahlâkî gücü, istikrarlı olma ve amaca ulaşma konusundaki direnci, ahlâkî disiplin ve kontrolü ifade etmek için kullanır.
46. Namaz ancak Allah'a asi olan ve Ahiret gününe inanmayan bir kimse için "zor"dur. Gönülden gelerek Allah'a itaat eden ve bir gün Allah'ın huzuruna döndürüleceğine inanan kimse için ise, namaz zevkli bir görevdir; hatta onun için, farz olan namazı terketmek zor bir iştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder