Diyanet:
….
Yüce Allah bu sûrenin başında mümin ve kâfirlerin, ardından
da münafıkların temel niteliklerinden söz etmiş; daha sonra 40. âyetten
itibaren uzun bir şekilde yahudilerin ve hıristİyanların yanlış inançlarını,
tutum ve davranışlarım anlatıp tenkit etmiştir. Burada ise söz, Hanîflik diye
ifade edilen tek Tanrı inancının en önde gelen temsilcilerinden olan ve bütün
bu belirtilen inanç gruplarının kendine büyük bir saygı duyduğu Hz. İbrahim'e getirilerek,
eğer gerçekten ona saygı duyuyorlarsa onu iyi tanımaları gerektiği
hatırlatılırcasına, onun Allah tarafından kendine yöneltilen buyrukları nasıl
eksiksiz yerine getirdiği ve böylece büyük sınavı nasıl kazandığı anlatılmakta;
Allah yolundaki faaliyetleri hakkında bilgi verilmektedir.
Allah'ın İbrahim'i sınamak, imtihan etmek maksadıyla
kendisine yönelttiği bildirilen "sözler"le (kelimât) ne kastedildiği
hususunda tefsirlerde, sünnet olma konusu da dahil olmak üzere, çeşitli
görüşler yer almaktadır. Bunlarla ilgili rivayetleri aktaran Taberî görüşlerini
şöyle özetler: "Allah Teâlâ'nın İbrahim'i denemesinin anlamı, bir imtihan
olmak üzere ona, kendine farz kıldığı görevleri ve buyruklarını bildirmesidir.
Allah'ın İbrahim'e vahyettiği bir imtihan ve deneme olarak kendini, gereğini
yerine getirmekle yükümlü kıldığı kelimeler bu görevler ve buyruklardır."
Dolayısıyla âyeti bu görev ve buyrukların sadece biri veya bir kısmıyla ilgili
saymak isabetli olmaz. Çünkü ne burada ne de başka bir âyet veya hadiste buna
imkân veren bir açıklama yer almaktadır.
Hz. İbrahim bu
kelimeleri yani kendisine yöneltilen buyrukları eksiksiz yerine getirince Allah
ona, "Ben seni insanlara önder yapacağım" buyurdu; İbrahim'in kendi
soyundan gelenler içinden de önderler yetişmesi yönünde dilekte bulunması
üzerine ise "Vaadim zalimleri kapsamaz" buyurarak, üstünlüğün
biyolojik sebeplere, kan bağına değil, dinî ve ahlâkî liyakate bağlı olduğunu
bildirdi. Bu açıklama diğer yahudiler gibi Hz. Peygamber dönemindeki
yahudilerin de kendilerini "Allah'ın seçilmiş halkı" saymalarına bir
cevap teşkil etmektedir. Buna göre
zalimler İbrahim'in soyundan da olsalar, Allah'ın vaad ettiği önderlik,
liderlik, üstünlük gibi ayrıcalıklara, lâyık olmadıkları sürece sahip de
olamazlar; Allah'ın bu husustaki şarta bağlı vaadi onları kapsamaz. Böylece
âyet öncelikle Medine yahudilerine Hz. Peygamber ve müslümanlar karşısında
üstünlük, seçkinlik taslamalarının boş bir kuruntudan ibaret olduğunu;
zalimlerin, yani dinî ve ahlâkî konularda Allah'ın belirlemiş olduğu sınırları
aşan; özellikle şirk, veya inkâra sapan; adalet, hakkaniyet ve eşitlik
ilkelerine aykırı davranan; kör bir inatçılıkla gerçeğe karşı direnip savaşan
kişi veya toplumların önder olmaya hakları bulunmadığını
hatırlatmakta[398]fakat ilke olarak bütün insanlara, yalnız inanç ve yaşayış
olarak değerli ve üstün olmaya lâyık olanların bunu hak edeceklerini
bildirmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen:
Bu âyeti kerime, bütün insanlığa dinler tarihinden.
Peygamberlerin hayatlarından bir örnek gösteriyor. Cenab'ı Hakkın verdiği söze,
imamet ve riyaset makamına kimlerin lâik olup olmadığına işaret ediyor, sadece büyük bir zatın soyundan olmanın
ahlâksız, adaletsiz kimseler için fayda vermeyeceğini bildiriyor. Şöyle ki:
Ey mütefekkir insan!.. (Şunu da hatırla ki, bir vakit) Hz. (İbrahim'i rabbisi)
olan Allah Teâlâ (bir tık kelimeler ile) yani: Emirler, yasaklar ile, meselâ:
Namaz ile, Kâbe'i Muazzamayı tavaf ile, evlâdını kurban etmek ile (imtihan
etmişti.) Mükellef kılmıştı. (O da) Hz. İbrahim de (bunları tamamen yerine
getirmişti.) Böyle kendisine emr edilen şeyleri hakkıyla ifa eylemişti. Bunun
mükâfatı olmak üzere Cenab'ı Hak (dedi ki) Ya İbrahim! (Ben seni insanlara İmam
kılıcıyım.) Seni peygamberliğe, en büyük imamlığa nail kılacağım. (O da) Hz. İbrahim de
(dedi ki: Zürriyetimden de) bir kısmını bu şerefe, bu risâlet ve imamate nail
buyur. Hak Teâlâ da (buyurdu ki: Benim ahdime) benim risalet ve imametime
(zâlimler nail olamaz.) Onlar o makama lâyık değildirler. Zalim olmayan, yüksek
bir yaratılış üstün bir kabiliyete sahip olanlardan seçkin bir zümre o nîmete
nail olacaktır. Nitekim Hz. İbrahim'in zürriyetinden İsmail, Ishak, Yakup,
Yusuf ve Hz. Muhammed Mustafa Aleyhimüsselâmgibi yüce zatlar bu şerefe nail
olmuşlardır. Hz. İbrahim'in o temennisi de bu suretle kabul edilmiştir.
Maamafih İsrail Oğulları, İbrahim aleyhisselâmın soyuna
mensup oldukları için risalet ve imamet makamına kendilerinin layık olduklarını
iddia ediyorlardı. Bu âyeti kerime ise
bu iddiayı reddetmek, sadece öyle bir zata mensup olmanın hakkı kazanmaya sebep
olamayacağını bildirmiş, dinî hükümlere muhalefet edenlere öyle bit mensup
olmanın fayda vermeyeceğini ihtar buyurmuştur.
Sözün Hz. İbrahim’e getirilmesi, Yahudileşen
İsrailoğullarına ata olarak Yakub’da kalmayıp iki kuşak daha geriye giderek
İbrahim’e kadar uzanmalarını öğütlemek içindi. Eğer oraya varırlarsa kutsal
ırkçılık yaparak yeni peygamberi reddetme gerekçeleri yok olacak, Hz.
İbrahim’de birleşen iki soyun da birbirine üstünlük iddiasının temeli
kalmayacaktı.
Lafzen: “Kelimeler”. Hz. İbrahim’i insanlığa önder yapan
ibtila kelimât’ın kök manasında saklıdır. K-l-m kökünden türeyen tüm Arapça
kelimeler “güç ve şiddet” ortak anlamına sahiptir (İbn Cini, el-Hasâsis, I, 13
vd). buradan yola çıkarak Hz. İbrahim’in sınandığı kelimat’ın katlanılması güç,
insanı şiddetle sarsan imtihanlar olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunlar ateş,
hicret ve kurban olarak sıralanabilir.
İbtila, Kur’an’da 4 yerde kullanılmış (33:11; 89:15,16),
tümünde de ağır imtihan ve sınama anlamı öne çıkarılmıştır. Allah’ın kulu
ibtila etmesi varlıkla olabileceği gibi yoklukla, sevinçle olabileceği gibi
hüzünle, vererek olabileceği gibi alarak da gerçekleşebilir.
Bu âyetin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber için taşıdığı mâna
elbette çok farklıdır. Maddede ve mânada atası olan Hz. İbrahim’in adım adım
izini takip eden Rasulullah, Mekke’de çektiği sıkıntı ve ödediği ağır bedelin
ardından tıpkı İbrahim gibi insanlığa önder ve örnek seçilmiştir. İlginçtir ki
Kur’an’da yalnızca iki insan için “güzel insan” ifadesi yer alır: Biri Hz.
İbrahim, diğeri de Hz. Muhammed’dir (60:44; 33:21).
“Neslimden de” ifadesini bazı müfessirler soru olarak
algılamışlarsa da, cümlenin yapısı hem duaya hem de soruya elverişlidir. Biz
aslındaki bu çift boyutlu anlamı tercümede de muhafaza etmeyi yeğledik.
Zımnen: Kendisine kötülük eden biri, insanlara önderlik ve
yöneticilik yapmaya layık değildir. Çünkü kendisine kötülük eden başkalarına
haydi haydi kötülük eder. Değilse, tarihte nice zalimler yöneticilik ve
önderlik makamını layık olmadıkları halde gasbetmişlerdir. Ayetteki “ahdi”
ahirete dair yorumlayanlar da olmuştur. Ne var ki bu ahdin, öncelikle dünyada
gerçekleştiği âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Bu âyetteki “söz” ile 40.
âyetteki “Allah’ın sözü” arasında bir sebep sonuç ilişkisi vardır.
Prof. Seyyid Kutub:
Burada yüce Allah Peygamberimize buyuruyor ki; "İbrahim
peygamberin Allah tarafından birtakım emirler ve yükümlülükler yolu ile imtihan
edilişini ve onun bu emir ve yükümlülüklerin gereğini eksiksiz olarak yerine
getirişini hatırla". Yüce Allah başka bir ayette de İbrahim peygamberin,
O'nun hoşnutluğunu kazandıracak ve yüce şahitliğini hak ettirecek biçimde
yükümlülüklerinin gereğini yerine getirdiğine bizzat tanıklık ederek şöyle
buyuruyor: "Ve sözünü yerine getiren İbrahim'in..."( Necm Suresi, 37)
Hz. İbrahim'in erdiği bu makam, yüce bir makamdır. Yani verilen sözü ve alınan
emri gereği gibi yerine getirdiğini bizzat yüce Allah'ın tanıklığı ile
kanıtlama makamı.. Çünkü insan, zayıflığı ve yetersizliği sebebiyle bu anlamda
vefakâr ve istikametli olamıyor.
Bunun sonucu olarak Hz. İbrahim, şu müjdeye ya da şu güvene
lâyık oluyor, hak kazanıyor:
"Seni insanlara önder
yapacağım"
İnsanların önder edinecekleri, Allah'a götüren yolda
kendilerine rehberlik edecek, onları hayra erdirecek, kendisine bağlı
olacakları ve kendisinin de başlarında lider. olacağı bir imam yani.
İşte o anda insan fıtratı, yani soyundan gelecek olanlar
yolu ile sürekli olma eğilimi, sosyal hayatın gelişmesi, belirlenen yolunda
sürekli ilerlemesi, öncekilerin başlattıkları işi sonradan gelenlerin
tamamlayabilmesi, bütün kuşakların işbirliği ve kesintisizlik içinde olabilmeleri
için bizzat yüce Allah tarafından insan fıtratına yerleştirilen o köklü bilinç
Hz. İbrahim'e egemen oluyor. Bu bilinci bazıları ortadan kaldırmaya,
engellemeye ya da baskı altına almaya kalkışıyorlar. Oysa bu bilinç, sözünü
ettiğimiz uzak vadeli gayeyi gerçekleştirmek için insan fıtratının özüne
yerleştirilmiştir.
İslâm, miras hukukunu bu fıtrî bilince dayalı olarak, onun
gereğini gözönünde tutarak, onun etkisini göstermesini teşvik ederek,
yapabileceğinin azamisini yapmasına meydan vermek üzere düzenledi. Bu temel
bilinci yok etmeye yönelik girişimler, insan fıtratını temelden yok etmeye
kalkışmaktan ve sapıklıktan kaynaklanan bazı sosyal bozuklukları tedavi edeyim
derken düşülmüş bir zorlamadan, kısa görüşlülükten ve işi yokuşa sürmekten başka
birşey değildir. Elimizde, fıtrî yapıyı yıkmadan, sözkonusu sosyal sapmayı
düzeltecek başka bir çözüm yolu, vardır. Fakat bu çözüm yolu hidayeti, imanı,
insan psikolojisi konusunda derinlemesine uzmanlaşmayı, insan benliğinin
oluşumu konusunda ince ve ayrıntılı bilgiye sahip olmayı, bunun yanında
yapmaktan ve düzeltmekten çok yıkmayı ve yok etmeyi amaçlayan taşkın kinlerden
arınmış bir bakış açısını gerektirir. Yukardaki ayeti okumaya devam edelim:
"...İbrahim; `soyumdan da' dedi..."
Hz. İbrahim'in bu dileğine, kendisini imtihan ederek seçmiş
olan Rabbi tarafından (daha önce öğrendiğimiz) son derece önemli bir kuralı
belirleyen şu cevap veriliyor: Önderlik; davranışları, bilinci, yapıcılığı ve
imanı ile buna lâyık olanlarındır, yoksa soya ve nesebe dayanan bir miras
değildir. Akrabalık et ve kan ilişkisi değil, din ve inanç ilişkisidir. Kan,
milliyet ve ırk akrabalığı davası, hakk İslâm düşüncesi ile taban tabana
çatışan bir cahiliye dönemi davasından başka birşey değildir. Devam ediyoruz:
"...Allah `Zalimler bu taahhüdümün kapsamına asla
giremezler' buyurdu..."
Zulüm çeşit çeşit ve renk renktir. Allah'a ortak koşmak
insanın kendi kendine zulmetmesi, başkalarının hakkını çiğnemek ise insanlara
zulmetmesidir. Zalimlere yasaklanan imamlık (önderlik); peygamberlik, halifelik
ve namaz imamlığı da dahil olmak üzere imamlığın bütün anlamlarını, liderliğin
her türlüsünü kapsamına alır. Buna göre bütün anlamları ile adalet, hangi
biçimi ile olursa olsun imamlığın (önderliğin) temel şartını oluşturur. Kim
zulmederse yaptığı zulmün türü ne olursa olsun kendini her anlamı ile imam olma
yeterliliğinden uzaklaştırmış, bu hakkını kendi eli ile kaybetmiş olur.
Yüce Allah tarafından Hz. İbrahim'e verilen bu cevap,
kaypaklığa ve belirsizliğe yer vermeyen bu ilâhi taahhüt, yahudilerin
zalimlikleri, fasıklıkları, yüce Allah'ın emrinden saptıkları ve ataları Hz.
İbrahim'in inancından ayrıldıkları için önderlikten ve öncülükten
uzaklaştırıldıklarını kesinlikle kanıtlar. Yüce Allah tarafından Hz. İbrahim'e verilen
bu cevap aynı zamanda günümüzde kendilerine müslüman sıfatını yakıştıranların
insanlık önderliği ve öncülüğünden uzaklaştırılmalarına da kesin bir cevap ve
kânıt oluşturur. Bunun sebebi, bu sözde müslümanların, zalimlik etmeleri,
fasıklıkları, Allah yolundan uzaklaşmaları, Allah'ın şeriatını arkalarına
atmaları, O'nun şeriatını ve önerdiği yaşama biçimini sosyal hayattan söküp
attıkları halde halâ müslüman olduklarını iddia etmeleridir ki, bu iddia
yukardaki ilâhî taahhüdün hiçbir esası ile bağdaşmayan yalancı bir iddiadır.
İslâmi düşünce sistemi, inanç ve amel (pratik uygulama ve
davranış) temeline dayalı olmayan insanlararası bütün bağları ve ilişkileri
kesik ve geçersiz sayar; inanç bağı olmayan yakınlık ve akrabalık ilişkilerini
tanımaz; inanç ve amel kulpuna bağlı olmayan bütün sosyal ilişkileri ve
dayanışma geleneklerini kökünden yok sayar. Yine bu düşünce sistemi aralarında
inanç çelişkisi bulunan aynı milletin iki kuşağını birbirinden ayırır. Hâtta
aralarındaki inanç bağı kopan ana baba ile evlâdlarını ve karıkocayı tüle
birbirinden ayrı kabul eder.
Buna göre müşrik Arap ayrı birşeydir, müslüman Arap ayrı
birşey. Bu ikisi arasında hiçbir ilişki, hiçbir akrabalık ve hiçbir ortak bağ
sözkonusu değildir. Müslüman olan kitap éhli ayrı birşeydir, Hz. İbrahim'in,
Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın dininden sapmış kitap ehli (yahudi ve hıristiyanlar)
ayrı birşey. Bu ikisi arasında da hiçbir ilişki hiçbir akrabalık ve hiçbir
ortak sosyal bağ sözkonusu değildir. Aile kurumu anababadan, çocuklardan ve
torunlardan oluşmuş rastgele bir birlik değildir. Bu saydıklarımızı eğer aynı
inanç bağı birleştiriyorsa bunlar aile kurumunu oluştururlar. Öteyandan millet
demek, belirli bir ırkın ardarda gelen kuşaklarının oluşturduğu bir insan
topluluğu değildir. Millet, ırkları, yurtları ve derilerinin rengi ne olursa
olsun, müminlerin oluşturduğu insan topluluğudur. İşte Kur'anı Kerim'de yeralan
şu ilâhî açıklamadan fışkıran iman kriterli düşünce tarzı budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder