Kurtubi:
…..
Burada hitap Peygamber (s.a)'e olmakla birlikte kasıt ümmetidir. Çünkü: "Allah'tan başka hiçbir veliniz ve hiçbir yardımcınız da yoktur" diye buyurulmaktadır. Bir görüşe göre de bunun anlamı şöyledir: Yani ey Muhammed, onlara de ki: Göklerin ve yerin mutlak egemenliğinin yalnız Allah'a ait olduğunu ve sizin Allah'tan başka hiçbir velinizin bulunmadığını bilmiyor musunuz?
Buradaki veli ise filan kişinin işini üstlenip görmek kökünden gelmektedir. Veliyyü'1Ahd da buradan gelmiştir. Yani müslümanlann yönetim işlerinden kendi uhdesine verilenleri yerine getiren anlamındadır.
"Allah'tan başka" yani Allah'ın dışında ve Allah'tan ayrı olarak hiçbir veliniz, hiçbir yardımcınız yoktur, anlamındadır. Nitekim Umeyye b. Ebi'sSalt şöyle demiştir:
"Ey nefis, senin Allah'tan başka koruyucun yoktur
Ve zaman, gece ve gündüz, geçtikçe kalacak kimse de yoktur."
Prof.Bayraktar Bayraklı:
Ayet göklerin ve yerin iktidarının O'na ait olduğu, insanın Allah'tan başka dost ve yardımcısının bulunmadığı vurgulanmaktadır. Kısacası ayet insana, gücün, iktidarın, dostluk ve yardımın kime ait olduğunu öğretmektedir. Bu öğretiyi soru halinde yöneltmekle, bu gerçeğin bilinmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Bakara/107'deki veli kavramı, bir şeye ve bir kimseye yakın olmak, yanında durmak, bitişik olmak, muttasıl olmak, takip etmek, hudut komşusu olmak, arkadaş olmak, alakadar olmak, idare etmek, işini çevirmek, hizmet etmek, bir şeyin üzerinde otorite ve güç sahibi olmak, yardımcı, destekçi, koruyucu olmak, hiç durmadan yapmak, ara vermeden devam etmek, bir işe başanlı ve sistematik olarak başlamak, sırdaş olmak, gözünün önüne açıp izhar etmek, istihdam etmek, sevmek, bir beldeyi işgal etmek, vasiyet etmek, yetime vasi tayin etmek, taze hurmanın kurumaya yüz tutması, sırt çevirmek, sonuna varmak; mevla kalıbında alınınca rab, efendi, komşu, malik, kul, azad olmuş köle manalarına gelmektedir.
Nefsini düşman, aklını dost görmeyenler, sosyolojik ve dinî manada, dost ve düşmanlarını tanıyamazlar.
Kendi iç alemindeki dost ve düşmanını bilemeyen insan, Allah'ın dostluğu ile şeytanın dostluğunu ayıramayacak, insanlardan kimlerin kendine dost olduğunu da kestiremeyecektir. Demek ki eğitim, dostluk ağacının köklerini insanın akıl ve gönlüne salacak, oradan çıkan dostluk ağacı sosyal hayatı sanp Allah'a uzanacaktır. Bu konuda eğitim büyük bir sorumluluk yüklenmeli, yetişmekte olan nesillere bu bilinci aşılamalıdır. Özellikle Fussilet/34'teki düşmanlığın dostluğa dönüşmesinin dinamiği iyi anlatılmalı; düşmanın daima düşman, dostun da daima dost kalmayacağı bilinci verilmelidir. Düşmanlığı dostluğa çevirmenin yollan ve bunun dinamikleri net bir şekilde öğretilmelidir.
Dostluğun, insan ile Allah, insan ile insan arasındaki ilişkilere neler getireceğinin; şeytanla dostluğun neler götüreceğinin bilgisi verilmezse, dinî hayat gücünü kaybeder, sosyal hayatta çözülmeler olur. Yüce Allah dinî hayatın ve sosyal yapının sağlam kalması için eğitimde dostluk meselesine vurgu yapmaktadır.
Bakara/107'de, gerçek dostun Allah olduğu vurgulanmaktadır. Göklerin ve yerin iktidarına sahip olan Allah, insanların en yakın koruyucusu ve en büyük yardımcısıdır. Allah'ı dost edinenler, O'na döner, O'na sığınır, her şeyi bırakıp O'na koşar, O'ndan uzak olmanın ızdırabını çeker, O'nu vekil edinir, kendini O'na vakfeder, O'nun ilkelerini korur, O'na yakın olmanın çare ve yollarını arar, O'nun emirlerine uygun yaşamaya çalışır ve O'nun dostluğuna tutkulu olur. Böylelerini Allah da dost edinir. 107. ayette, Allah'ın bu dostluğu gerçekleştirecek güçte olduğu vurgulanmaktadır.
Çünkü ayette, mülk kelimesi ile, veli \e yardım kavramları arasındaki ilişkiye dikkat çekiliyor. Mülkü, yani siyasî erki elinde tutan, halka dost ve yardımcı olmalıdır. Allah'ın ahlâkını yeryüzüne indiren insanoğlu, bu ayetin içeriğindeki kavramların birbiriyle ilişkilerine de dikkat etmelidir. Göklerin ve yerin mülkü elinde olan Allah, nasıl kullarına dostane davranıyor ve yardım ediyorsa; siyasî erki elinde tutan insanlar da halka aynı şekilde davranmayı bir ilke olarak benimsemelidirler.
Diyanet:
Göklerin ve yerin hükümranlığı"ndan maksat, evrendeki canlı ve cansız bütün varlıklarla olayların yaratılıp yönetilmesidir. Kur'an öğretisine göre Allah kadiri mutlaktır; evrende olup biten her şey O'nun İlim, irade ve kudret sıfatlarının eserleridir. O, bütün sebeplerin sebebi, hâkimler hâkimidir. Evrenin yasalarını koyan, sebep ve illetleri belirleyen ve her şeyin bu yasalara ve sebeplere söre işleyişini sağlayan O'dur. Aynı şekilde bir öğretinin veya hükmün konulmasını veya yürürlükten kaldırılmasını sağlayan da O'dur. Bu çerçevede farklı zamanlarda İhtiyaç ve şartlara göre yeni peygamberler gönderip yeni dinler vazeden ve böylece eski yasaları yürürlükten kaldırarak (nesih) yeni yasalar koyan da O'dur. Evrenin genel düzeni ve yasaları yanında çeşitli devirlerdeki insanlık yasalarının gelişimi de genel planda Allah'ın belirtilen hükümranlığı çerçevesinde gelişmektedir. Böyle olunca, bütün varlıklar gibi bireylerin hayatı da O'nun bu sınırsız hâkimiyetine bağlı olup bu durumda insanların O'ndan başka hiçbir dostu, sahibi ve yardımcısı yoktur. "Lâ ilahe illallah" şeklindeki kelinıei tevhid cümlesi, Kur'an'ın her vesileyle vurgulayarak gönüllere işlemek istediği böyle bir tann inancını dile getirmekte olup İslâm'da bu inanç, dinin temeli ve müslüman olmanın da birinci şartıdır.
Allah'ın yer ve gökler üzerindeki hükümranlığının âyette soru şeklinde ortaya konması, bunun kesinliğine işaret eden Kur'an üslûbunun bir örneğidir. Buna göre "bilmez misin" sorusu, "Bunu açık seçik biliyorsun. Şu halde yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın bir hükmü neshedip veya unutturup, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getirmesinin de O'nun yetkisinde olduğunu bilmen gerekir" anlamına işaret eder. Hz. Peygamber'in bunda hiçbir kuşkusu yoktu. Şu halele âyetin lafzına göre Resûlullah'a sorulan bu soru onun şahsında, başta müslümanlar olmak üzere bütün insanlığa yöneltilmiştir. Nitekim âyetin sonunda çoğul ifadenin yer alması da bunu gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder