Bakara 78 - Zanna, söylentiye göre değil kitaba göre yaşamak



Taberi tefsiri :
Âyet-i kerime bu insanları "Zan peşinde koşmak"la vasıflandırmakta­dır. Çünkü onlar, âlimlerinden ve idarecilerinden duydukları sözlerin, Allah'ın kitabından alındığını zannediyorlardı. Halbuki bunlar Allah'ın kitabından alın­mış değillerdi. Böylece Allah'tan gelen şeyleri tasdik etmeyi terkettiler de bü­yüklerinin ve idarecilerinin haber verdiklerine tabi olduiar.
Âyet-i kerimenin anlattığı bu sınıf, haham ve ruhbanlardan olan dini li­derlerin saptırdığı cahil halk tabakasıdır. Bunlar âdeta, kesilmek için mezbahaya götürülen koyunlar gibidirler. Kendilerine neler yapılacağının, nereye sürükle­neceklerinin farkında değildirler.
Bu gibi insanlar, yanlış din anlayışla, Allah'ın "Halım" sıfatına sığınırlar. "Halîm" sıfatı, Allah'ın, affetme, sert davranmama sıfatıdır. Böyleleri kendi sa­pıklıklarını düzeltme yerine Allah tealanın "Halim" sıfatına sarılarak günah işle­dikleri halde affedileceklerini umarlar. Böylece kendilerini tatmin ederler. Allah tealanın, aynı zamanda hak edenlere cezalarını veren olduğunu unuturlar.

Ali Küçük tefsiri :
            Onlar kitabı da bilmezler. Bunların işi gücü kuruntudur ve de sa­dece zannederler. Onlardan kitap konusunda ümmî olanlar vardır. Kitabı tanımayan, kitabı anlamayan, kitapta ne var ne yok bu konuda hiç bilgisi olmayan insanlardır ümmîler. Ümmî, kelime mânâsı olarak anadan doğma demektir. Yâni kitap konu­sunda, okuma konusunda sanki anadan doğma. Tıpkı anadan doğduğu günkü gibi bilgisizdirler. Gerçi şimdi bizim piyasada ümmî olup da âlim olanlar pek çoktur.
            …..
            İşte ehli kitap içinde kitabı bilmeyen ümmîler vardı. Bunlar ki­taptan haberleri olmadığı için, kitabı tanımadıkları için:
            Bunlar ancak ümniyelerin peşinde giden insanlardır.

            Emaniy; Ümniyenin çoğuludur. Ümniye, şu anlamlara gelir:

            1 Ümniye, kuruntu demektir. Veya öyle de olsa böyle de olsa anlamsız, boş şey demektir. Hayatı pek ilgilendirmeyen şey demektir. Bir şeyin modeli şu veya bu olmuş, rengi krem veya ye­şil olmuş,  ya da tesbihin ipini siyah veya kırmızı yapmışsın gibi şeyler. Kuruntudur bunlar. Olmasa da olur, ne fark eder ki? ….

            2: Veya ümniye kişinin kendi içinde, kendi kafasında şekil­lendi­rip biçimlendirdiği, hayal ettiği şeydir. Yâni kuruntudur, hayal­dir, boş şeydir. Ya da insanın böyle diline dolayıp durduğu şeyler­dir. Efendim yapmak lâzım! Etmek lâzım! Kurmak lâzım! Gibi di­line dola­yıp bir türlü amele dönüştürmediği ve de zaten amele dö­nüştürülmesi de mümkün olmayan idealler, mefkureler, hayaller gibi saplanıp kal­dığı şeylerdir. Veya peşine takıldığı hiçbir delile dayanmayan ham hayaller, boş kuruntulardır…
            Amelleri, bilgileri kitabî değildir, kitaba dayanmaz. Zannedi­yorum bu böyledir! derler ve böylece zan üzerine yürürler. Zanla amel ederler. Bunların işleri sadece boş bir taklittir.

            Ehli kitap arasında böyle bilginler, bildikle­riyle müslümanları sapıtmaya çalışanlar olduğu gibi, bir de hiç bir şey bilmeyip de o bi­lenlerin, o din adamları sınıfının elinde oyun­cak olan, kalplerini, kafa­larını, düşüncelerini o bilenlerin cebine sokmuş insanlar da vardır. Bunların adı ümmîyyundu zaten. Ge­rek yahudilerde ve gerekse hıristiyanlarda din adamları diye olu­şan bu sınıf, diğer insanların bil­gilenmelerini istemiyorlardı. Bildik­leri dini bilgilerin diğer insanlar tara­fından da bilinmesini istemi­yorlardı. Bunlar bildikleri bu bilgiler saye­sinde, yığınların kendile­rine pervane olmalarını istiyorlardı. Bilgi ken­dilerinde olduğu için cahil bıraktıkları yığınlara hükmetmek, onları kul köle edinmek isti­yorlardı. Bu yüzden kafalarındaki bilgileri insanlara anlatmıyorlardı. Bildikleri Allah bilgisini, kitap ve peygamber bilgisini insanlardan gizliyorlardı.

            Şu anda yeryüzünde yaşayan insanlar içinde de dini kendi te­kellerine alıp veya siyaseti kendi tekellerine alıp, dünyayı kendi tekel­lerine alıp, bilgiyi kendi tekellerine alıp, diğer yığınlara: Sizler hiç bir şey bilmezsiniz! Sizler bu işleri anlamazsınız. Bilmek ve anlamak zo­runda da değilsiniz zaten! Biz varız ya! Bizler sizin için herşeyi biliriz! Sizin adınıza, sizin hayrınız için herşeyi düşünürüz biz! Sizin adınıza biz karar veririz! Siz yeter ki bize bağlı olun, bizi dinleyin, bizim size sunduğumuz hayattan razı olun, artık geri­sini siz düşünmeyin. Sizin için herşeyi biz ayarlarız. Dünyanızı da biz ayarlarız, cennetinizi de biz ayarlarız diyen bugün de pek çok insan görüyoruz. Bildikleri halde hak bilgisini insanlara anlatma­yan insanlar. Yığınları sömürebilmek için onları cahil bırakan in­sanlar. Onlar üzerinde hegemonya kurabil­mek için bu yolu tercih edenler. 
….
            Bunlar kitabı bilmezler, ancak ümniyelere, zanlara, hayal­lere da­yanırlar. Kitapla değil de zanlarla, bilgiye dayanmayan ümniyeler le amel ederler. Ancak zannediyorlar. Yâni başkalarından duyduk­larını, hacıdan hocadan duyduklarını din zannediyorlar, din diye zanla amel ediyorlar. Başkalarından aldıklarını hayat zannediyor­lar. Gerçi bu tür insanlar ekonomik hayatlarında, ticaret hayatlarında, sosyal hayatla­rında, mesleki hayatlarında herşeyi bilebilmekten yanalar. Her şeyi bilebilme gayretindeler. Bu konularda kimseye teslim olmuyorlar. Kimseyi dinle­miyorlar. Ne din adamlarını, ne de başkalarını, hayatla­rının bu bö­lümlerine karıştırmamadan yanalar. Hayatlarının bu bö­lümlerini kendilerinin bildiklerine inanırlar, ama mesele dine gelince, mesele dinden haberdar olmaya, kitabı tanımaya  peygamberden söz etmeye ge­lince: Biz bu işi bilmeyiz! Biz bu işi anlamayız! Bunu biz din adamları sınıfına bıraktık. Artık bu konuda onlar ne derlerse biz, ona uyarız. Onlar, bunu bilsinler, kitabı onlar okusunlar, an­lasınlar, pey­gamberi onlar tanısınlar. Biz ticaretimizi ilgilenir, dünya­mızı yaşarız ve de yarın onların delâletiyle kolayca cennete gideriz diyorlar..

             Allah’ın kendilerine gönderdiği kitapla ilgiyi, alâkayı kesmiş, ger­çeği bilmeyen, bilemediği için de bilenlerin kulu kölesi duru­muna düşmüş olan bu insanların din adına bildikleri sadece zan­dan ibaret­tir. Dinlerini zan üzerine bina edip geçerler. Tabi onların gözünde din o kadar önemli olmadığı için, bu kadar ilgi idare edecektir.  Kordon boyunda volta atar gibi dinle birazcık ilgi­lenme yetecektir bu insanlar için. Çünkü kendilerince çok önemli olan dünyalık programlarından ancak bu kadar zamanları kalmaktadır dinlerine.

            Acaba Allah’ın kullarına dini üzerine bina etsinler diye gönder­diği bu kitabı gerçekten herkes bilemez mi? Herkesin bu kitabı anla­ması mümkün değil mi? Ya da bu dini sadece din adamları mı bilir? Yâni herkes bilemez, herkes anlayamaz mı bunu? Hayır hayır, herkes kitabı bilmek zorundadır. Herkes bu kitaptan haberdar olmak zorun­dadır. Bu kitap sadece bilenlere gelmiş, hocalara, alimlere gelmiş bir kitap değildir. Her­kes gücü nisbetinde bu kitabı anlayıp amellerini bu­nunla delillendirmek zorundadır. Hani Allah’ın Rasûlü bir hadisle­rinde:
                                                      
            "Allah size gıyl'u gal'i haram kıldı!" buyuruyordu..

            "Gıyle" Denildi, "Gale" Dedi demektir. Dedi ve denildi. Yâni Al­lah’ın rasulü kişinin dinini dedi ve denildilere bağlamasının haram  ol­duğunu söylüyor. Bu ameli niye böyle yapıyorsun? E filan öyle de­mişti! Galiba falandan duymuştum! Herhalde öyle duymuştum! Ki­şinin amellerini bunlara bağlamasını Allah ona haram kılmıştır di­yor Allah Rasûlü. Ya neye bağlayacağız? Allah böyle dedi, Rasulullah böyle buyurdu diyerek amellerimizi kitap ve sün­netten delillendirmek zorun­dayız. Filanlar, falanlar böyle demişler diyerek bir din yaşanamaz. Bu dinin kitabı, bu dinin örneği dipdiri ayakta dururken onlardan habersiz bir din yaşanması mümkün değildir.

Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri :
Bir de bunların ümmîleri vardır ki, okuma yazma bilmezler, kitabı anlamazlar, sadece birtakım ümniyyeler (kuruntular) beslerler. Bütün bildikleri hayal meyal mefkurelerden, duydukları taklidî temennilerden ibarettir.…. İşte yahudilerin okuma yazma bilmeyen avam (cahil halk) takımı da ilimden, kitaptan nasibi olmayıp sadece kuruntu arkasında koşar dururlar, ve onlar yalnızca zan içinde yaşarlar, zan peşinde koşarlar, kuru bir zan ve taklitten başka bir şeye malik değiller. Hak ile batılı tayin edip seçemezler. Bu yüzden bunların vebali de kendilerini aldatan okur yazar takımınadır.

Prof. Bayraktar Bayraklı tefsiri :
Ayette üç kavram yer almaktadır: ümmi, kuruntu ve zan. Bunların arasın­da da (Kitabı bilmezler) ifadesi bulunmaktadır. Bu nedenle ayetin ekseni kitabı bilmeyenler'dir. Şimdi bu kelimeleri açıklayabiliriz:


(Bazdan ümmidir).
Ümmi kelimesi, pınar, memba, başlangıç, doğuş, mebde, başlıca prensip, temel esas, bir şeyin ruhu ve cevheri manalarına gelmektedir. Ümmi kelimesi, Kur'an'da pek çok şey için kullanılmıştır: [1][147]

1. (Ummu'lKitâb=Kttabın Anası/Ana Kitap):

(O, nezdimizde bulunan ana kitapta mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır). [Zuhruf/4]
(Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bıra­kır. Ana kitap O'nun yanındadır). [Ra'd/39]
(Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın temelidir). [Âli İmran/7]
Demek ki Kur'an'ın muhkem olan ayetleri, diğer ayetlerin temelini teşkil etmekte, yani onlara kaynaklık etmektedir.
İlahî kitaplara kaynaklık eden levhi mahfûz'a da ana kitap denmektedir. [2][148]

2. (Ummu'lKurâ=Şehtrlerin Anası):

İnsanlık tarihinde kurulan ilk şehir, insanlık medeniyetine kaynaklık eden ve diğer şehirlere analık eden ilk şehir anlamına gelmektedir.
(Ümmü'lkurâyı/şehir halkını uyarman için...) [En'âm/92]
Ummu'1kurâ (şehirlern anası), medeniyetin beşiği demektir. [3][149]

3. Ümmet:

Ümmet bir grub ve bir peygambere mensup insanlar topluluğunu ifade et­mektedir. Her canlı grubuna da ümmet denir.
Hayvanlar topluluğuna da bu anlamda ümmet denilmektedir:
(Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi sizin gibi ümmetler, yani topluluklardır). [En'âm/38]
Eşibenzeri olmayan tek bir kişiye de ümmet denir:
(İbrahim gerçekten Allah'a itaat eden bir ümmet idi). Nahl/120] [4][150]

4. Kötü Amellerin Neticesi:

(Onun annesi haviyedir). [Kâria/9]
Bir annenin çocuğunu kollan arasına alıp onu sımsıkı sarması gibi, günahları fazla geleni de ateş o şekilde sarmalayacaktır. [5][151]

5. Ümmi:

Ümmi kavramının diğer bir anlamı da, anaya mensup, anadan doğduğu gi­bi saf, temiz ve günasızdır. Genelde ümmi kavramına, okumayazma bilme­yen, anadan doğma cahil anlamı verilmektedir.
Bakara/78'deki ümmi kelimesinden sonra gelen (Kitabı bil­mezler) ifadesi, yukarıdaki manayı kuvvetlendirmektedir. Manayı biraz daha uzaklara taşırsak şöyle bir genelleme yapabiliriz: İnsan pek çok şeyi bilebilir, ama kutsal kitabını bilmiyorsa, ümmi sayılır.
Bakara/78'de yer alan diğer kavram ise, (Bütün bildikleri kuruntu­lardır) ifadesindeki emâniyye'dir. Emâniyye kelimesi, munya veya minye ke­limesinden türeyen ümniyye kelimesinden gelmekte olup arzu, temenni, ta­lep, iddia, heves, şehvet, hasret, iştiyak manalarına gelmektedir.
Bu kavram Kur'an'da şu manalarda kullanılmaktadır: [6][152]

A. Sahte Arzu:

Ümniyye kelimesinin fiil olarak Nisa/l 20'de geçtiğini görüyoruz:
 (Şeytan onlara söz verir ve onların için­de 'sahte arzular' oluşturur). [Nisa/120]
Bu ayetteki (yümennîhim) kelimesini Râzî, Bakara/78'deki (illâ emâniyye) ibaresiysiyle bağdaştırarak şu yorumu yapmaktadır: fakat bu yorum tamamen Bakara/78 ayetine aittir "Din adamları onlara, cehennem azabının kendilerine sadece birkaç gün dokunacağı kuruntusunu verir. Onlar da hatalarından dolayı, Allah'ın onları sorgulamayacağını, ataları olan pey­gamberlerin kendilerine şefaatçi olacağını sanırlar".[7][153]
Ümniyye, yanlış bilgiler ve şeytanın insanlarda oluşturduğu sahte arzulardır. Dinde olmayan bir görüşün dindenmiş gibi sunulması ve o sahte bilginin in­sanda uyandırdığı sahte arzulara denmektedir. Böylesi sahte arzulan uyandıran şeytan olabileceği gibi, insan da olabilir. Din eğitimi insanları sahte fetvaların peşine takılıp, sahte arzularla yaşamaktan kurtarmalıdır. [8][154]

B. Boş Temenni:

(Yahudi veya hristiyanlardan başka asla kimse cennete giremeyecek" dediler. Bunlar onların boş temennileridir. De ki: "Doğru kimselerseniz, delilinizi getirin"). [Bakara/l 11]
Delile dayanmayan ve tamamen sübjektif/taraflı değerlendirmeden kay­naklanan temennilere bu ad verilmektedir. Allah'tan başka kimse, hiçbir kim­senin cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilemez. Muayyen bir gruba mensup olan insanların cennetlik, diğerlerinin cehennemlik olacağını söyle­mek ve böyle bir değerlendirmede bulunmak delil ister. Böyle bir iddia ku­runtudan öteye geçemez. Allah bu beyanı, müslümanlann da yahudi ve hristiyanlar gibi bozuk değerlendirmeler yapmasını önlemeye yöneliktir. [9][155]

C. Temenni Ve kuruntu:

(Mesele ne sizin temennilerinizle ve ne de ehli kitabın kuruntulanyla olacak­tır. Kötülük yapanlar, yaptıklarının cezasını görecektir. Onlar için Al­lah'tan başka ne bir koruyucu ve ne de bir yardımcı bulacaklardır). [Nisa/123] [10][156]

D. Okumak:

Müfessirler Hac süresindeki (temenna) kelimesine okumak manasını vermişlerdir:[11][157]
(O bir şey okuduğu zaman, şeytan onun okumasına bir şey atmıştır). [Hac/52]
Demek ki bu ayette yer alan (temenna) kavramı, olumlu bir anlam taşımaktadır. Peygamberlerle ilgili bir eylem için kullanıldığında, sahte arzu ve kuruntu manalarından sıyrılmaktadır. [12][158]

E. Atmak, Akıtmak:

Bu kelime Vakıa suresinde tümnûn olarak geçmektedir:
(O halde, dökmekte olduğun meni nedir?) (Vakıa/58)
Bazı müfessirler bu kelimeye atmak, bazıları da akıtmak manası vermişler­dir. İnsan bir iş için kurduğu hayallerini, isteklerini, beklentilerini, temenni ve kuruntularını ona doğru akıtır. Gönlü o şeye doğru akıp gider. Bu anlam, meni­nin rahime akışını andırmakta olduğundan, iki eylem için aynı kelime kullanıl­maktadır. Akan meninin çoğu boşa gider, insanın hayalleri, kuruntuları ve bek­lentileri de çoğunlukla boşa çıkar. Bu bakımdan da aralarında bir benzerlik var­dır. Meni akarken, insana zevk verir, insanları hayallere götürür. Aynı şekilde hayal, kuruntu ve temenniler de insana çok tatlı gelir, ama sonuçta gerçek olma­dıkları anlaşılınca hayal kırıklığı yaratır ve insan psikolojisini sarsarlar.
Bu kelime eğitim bakımından bize önemli mesajlar vermektedir. Eğitim, insanların kuruntu, sahte arzu, boş temennî peşinde koşmasını engellemeli­dir. Gerçekle ilintili olan hayaller, insanı araştırmaya sevkeder, ama boş ha­yâller ve sahte kuruntular, insanı peşinden koşturursa, sonunda hayal kırıklı­ğından başka bir şey olmaz. Bu da insan emeğinin boşa gitmesi demek ola­cağından, hem ferdin ve hem de toplumların değer kaybına neden olacaktır. Eğitim, hayal ile gerçek arasındaki bağlantıyı iyi kurmalı, sahte olan şeylerin peşine koşmaktan doğacak zararın bilincini insanlara vermelidir.
Kitabı bilmeyen ümmilerin, sahte kuruntuların peşine koşacağını söyle­yen Bakara/78 ayeti, bilgisizlikle hayalperestliğin arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir. Kitabın, yani bilginin yer etmediği beyin ve gönüller, sahte temenni ve boş kuruntuların hücumuna uğramakta ve bilginin yerini doldur­ma çabasına girişmektedirler. Ayet, kitabı bilmeyenlerin sadece kuruntu yap­mayı ve boş hayal kurmayı bildiklerine işaret etmektedir. Demek ki öğretim faaliyeti insanları bilgilendirdikçe, onları sahte hayal ve boş kuruntulardan uzaklaştırarak, psikolojik bunalımdan kurtarmaktadır. Beynin ve gönlün en güçlü bağışıklık sistemi bilgidir.
(Onlar sadece zanda bulunuyordu).
Düşünmek, inanmak, farzetmek, tahmin etmek, doğru kabul etmek, tasdik etmek, addetmek, mülahaza etmek manalarına gelen zan kavramı, kötü zan ve iyi zan şeklinde iki kısma ayrılmaktadır. Zan kelimesi Kur'an'a göre, ha­kikatten kırıntı taşımayan düşünce şeklinde tanımlanabilir.[13][159] Bu tanımı veren ayet şöyledir:

(Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, hiç şüphesiz haki­kat bakımından bir şey ifade etmez). [Necm/28]
Bu ayette, zan, bilginin karşıtı olarak görülmekte ve hakikat namına bir şey ifade etmeyen düşünce olarak takdim edilmektedir.
"Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder". Bunların o hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar). [Câsiye/24]
Ahiret hayatı, ölüm ve tekrar dirilme konusunda fikir beyan etmek için bir bilgiye dayanmak gerekiyor. Bilgisi olmayanların yapacağı iş, gerçekle alakası olmayan zanna dayanmak olacaktır.
Kısaca:
1. Bu, açıkladığımız diğer ayetlerden farklı olarak bize ümminin başka bir boyutunu ifade etmektedir. Ümmi, kitabı bilmeyen, hayal peşinde koşan ve gerçekle alakası olmayan zanlara dayanan insandır. Bütün yapıp etmelerini, hayal ve zan üzerine bina eden, bilgiden yoksun insan, ne kendine ve ne de başkasına faydalı olamaz.
2. Hayal, kuruntu ve gerçekle ilgisi olmayan zanlardan kurtulmanın yolu, öğretim faaliyetidir.
Öğretim, dinî alanı kutsal kitaba dayandıracak ve böylece insanlar objek­tif/tarafsız bilgiye sahip olacaklardır.
Öyleyse, öğretim faaliyeti, insanlara tarafsız/objektif bilgi vermekle göre­vini yapmış olacak ve başarısını da bu sayede temin etmiş olacaktır.
3. Kitabî bilgi tarafsız olduğu kadar evrenseldir de.
Evrensel bilgiye sırtını dönenler, hayal aleminde ve kuruntular dünyasın­da yaşamaya başlarlar. Evrensel değer (bilgi), insanın beynini, gönlünü ve nefsini ayağa kaldıracak ve onları erdemin zirvesine taşıyacaktır. İşte Allah bu ayette bilgisizliğin nelere mal olduğuna dikkat çekmektedir. [14][160]

Mahmut Toptaş tefsiri:
Onlar içerisinde kitabı bilmeyen ümmî insanlar vardır. Yani okuma yazma bilmeyen Yahudiler vardır. Ümmîdirler. O gün için söyleniyor. Bugün için de böyleleri var. Hocam hepsi üniversite mezunu derseniz, Tevrat'ı okumayan çok.insan vardır. Yahudi olduğu halde Tevrat'ı bil­meyen. Şu anda İstanbul şehrinde bazı liselerde Yahudi ve Hıristiyan ço­cukları da var. Ve orada görev yapan dindersi öğretimini arkadaşlarla ben görüşüyorum. Vallahi hocam, müslümanlık hakkındaki bilgileri, Yahudi­lik ve Hıristiyanlık'tan fazla diyorlar. Yani babaları evde onlara bir şey öğretmiyor. Kiliseye de gitmiyorlar.
Şu anda aramızda yok bir noterimiz, bir Hıristiyan'ın Ermeni'nin müslüman olmasına sebep oldu. Ve bana da getirdi görüştük. Eski Serkis yeni Selim diyor. Çocuğa nasıl müslüman oldun? dedim. Aslında rnüslüman olmasında noterin emeği fazla değil. Müslüman olduktan sonra daha ziyade yardımcı olmaya çalıştı. Diyor ki, hocam ben yirmibir yirmiiki se­ne Hıristiyan olarak yaşadım. Anam dinine çok bağlıydı. Her pazar beni kiliseye götürürdü. Babam küçük yaşta Ölmüş. Askerden geldim yine ki­liseye gittik. Bir gün kiliseden çıkarken pekiyi ben Hıristiyanlık hakkında ne biliyorum diye kendime sordum. Papaz bize yabancı dilden bir şeyler anlatıyor. Ben bilmiyorum ezberlememişim. Anam da ezberletmemiş. Yahudilikten de bir şey bilmiyorum.
Kendi kendime yahu müslümanlıktan ne biliyorsun? dedim. Her gün dükkânımdan ezan sesi duyuyorum. Ben onu ezberlemişim. Yani hiç ku­lak vermediğim halde ben ezanı ezberlemişim diyor. Günde beş defa okuna okuna ben onu ezberlemişim diyor. Kendi kendime ezanı baştan sona okudum diyor.
Demiş ki, papaza yirmi iki sene gittim. Sana birşey öğretmedi. Şu kulak vermediğim müezzin sana bir şeyler öğretmiş. Geç bunun tarafına dedim ve geçtim diyor. Saoğlsun noterde benden yardımlarım esirgemedi diyor.
Şimdi hâlâ bunların içerisinde, bu türden ümmî denecek insanlar var­dır. Zaten ümmîyi bir yerde tarif etmiş Allah (c.c); "Kitabı bilmiyor­lar" kitaptan kasıt Tevrat'ı bilmiyorlar.Yani Yahudiler içerisinde Tev­rat'ı bilmıyen ümmî insanlar var. Pekiyi insan hiç bir şey bilmezse böyle hep ağzı kapalı hiç konuşmadan mı durur. Bir şey düşünmeden mi durur? Hayır değil, Rabbim bize bir düşünme mekanizması vermiş. Bu defa in­sanlar ütopya üretirler. Hayaller, kuruntular ve idealler meydana getirir­ler. Kitabı bilmiyor ama kendi hayalinden yeni kuruntular üretiyor. "Hani kul daralmaymca hızır yetişmezmiş" diye atasözümüz vardır. Hızır da in­sana dar yerlerde, zor yerlerde yetişirmiş derler. Adamın biri de Hızır'ı çok görmeyi arzulamış. Yahu Hızır herkese gelir de acaba bana niye gelmez demiş. Daralınca gelirmiş diyorlar. Pekiyi ben çöle yanıma hiç ek­mek su almadan bir gireyim bakalım demiş. Nasıl olsa ben ölüm tehlike­siyle karşı karşıya gelince Hızır beni kurtarır demiş. Gitmiş gitmiş gitmiş, giderken insan neyi arzu ederse onu hayallermiş. Hayalde etmiş. Yani Hızır nasıl olur? Uzun boylu, bembeyaz yüzlü, göbeğine kadar bembeyaz sakalı olan, bembeyaz elbiseli mübarek bir zattır, diyerek hayal etmiş git­miş. Derken böyle iki gün gittikten sonra, neredeyse baygınlık geçirecek. Karşıdan bir adam gelmeye başlamış. Tam karşılaşmışlar. Bakmış kam­bur, kara, kuru bir adam. Selamlaşmışlar. Nereden gelip nerey gidersin? Demişki ben Hızır'ı aramaya gidiyorum. Adam demişki, ayağına geldi se­nin Hızır. Ben Hızının. Demişki, haydi böyle Hızır mı olur? Böyle kam­bur, kara, kuru Hızır mı olur demiş. Yürümüş yoluna ama, biraz gittikten sonra acaba olur mu ki demiş ve geriye bir bakmış adam yok. Yani o Hızırmış. Bu bir hikâyedir olmuş değil. Ama benim için önemli olan şurası. Anlatım kolaylığı getiriyor.
Günümüzde müslümanların bir araya gelemeyişlerinin yegane sebe­bi, herkesin hayalinde kendine has müslümânlık vardır. Kur'ân'daki ve sünnetteki değil. Kur'ân ve sünnetten herkesin kendi anlayışı hızın vardır. Müslümanlık bana göre şöyle. Şöyle şöyle yollarla gidilmesi lâzım efen­dim. Kardeşim bu iş sana göre olmaz. Kur'ân ve sünnete göre olur. Yeni­den oku. Sana göre olursa, Türkiye'deki elli milyon insanın, elli milyon İslâm anlayışı olması lazım. Doğruluk anlayışına gelince beş milyar insan var. Beş milyar doğruluk anlayışı olması gerekir. Bu iş olmaz. Öyley­se bir yerde birleşilmesi gerekiyor. O da Allah'ın kelamı etrafında birleşilmesi gerekiyor. Kitabı atarsanız boş kalmıyorsunuz. Rabbim ona işaret ediyor. "Kitabı bilmiyorlar ama ancak adamların kuruntuları var,"
Yani adamların ütopik hayalleri var. Erişilmeyen, elde edilemeyen, tutulamiyan, yapılanmıyan hayaller vardır. Yeni evlenecek delikanlının, hayalinde kadın portresi çizdiği gibi. Şöyle güzel olacak. Şöyle zengin olacak vs. gibi. O yok. Yani onun hayalindeki yeryüzünde yok. Günün birinde biriyle evleniyor. Hayalindeki bulamayınca bu defa da şikâyete başlıyor. O senin aradığın senin putun gibi bir şeydir. Zaten öyle bir in­san olmaz. Öyle birisi olmuş olsa rahat edemezsin. Çünkü o senin çizdiğindir. Onun için onlar kuruntulara tabi olurlar. "Onlar zann üzeredir­ler." Hakikat üzere değildirler. Yani kuruntuları da doğruluk ifade etmi­yor. Yüzde yüz doğru değildir. Onun içindir ki, günümüzde yazarlar biz her fikre saygılıyız diyorlar. Aslında bu söz kendi mantığı içinde doğru­dur. Adam kendi düşüncelerinin yüzde yüz doğruluğuna inanmadığı için, başkasının ki, doğru olabilir diyor. Onun için ona saygı duymam lazım diyor. O zaman beş milyar insanın, beş milyar düşüncesine saygı duyu­yor. Bu sefer de doğruyu bulmak mümkün olmuyor. Bu sefer doğru kiminki olmuyor. Birinin hâkim olması lâzım. O zaman kılına, silahı elin­de tutan adam doğru olarak kabul ediliyor. Onun içindir ki, darbeler ge­nelde, binlerce doğru olduğunu söyleyen insanlar arasından birisi çıkıyor diyor ki, yeter be, benim söylediğim doğrudur işte. Ve aşağıdakiler için­den homurdanıyor. Başka bir şey yapamıyorlar. Ve bu devam edip gide­cektir. Tâki gerçek doğruyu buluncaya kadar. Gerçek doğruda insanların ürettiği değildir. Çünkü insanların ki, zanna dayanıyor. Olabilir de olma­yabilir de. "Onlarınki ancak zann üzer inedir ler." Gerçek hakikat üze­rine değildirler. Çünkü insanoğlu bu gün çok doğru bilginden yarın dönü­yor, öbürüsü gün dönüyor. Öyleyse biliyor ki, bu kesinlik ifade etmiyor. Kesinlik ifade eden yeri ve göğü ve insanı yaratan Allah (c.c.)'ünün bu­yurduklar ıdır. O da kitaptır. Bir de kitabı bilenler var. Onu yönlendirenler var


Vehbe Zuhayli tefsiri :
Yüce Allah, Yahudi ilim adamlarının ve hahamlarının durumunun bu ol­duğunu böylece söz konusu ettikten sonra, aralarından ümmî olanların duru­munu açıklamaya geçmektedir. Bu ümmîler dinlerine dair işittikleri ve akıllanyla kavramadıkları bir takım yalanlardan başka bir şey bilmemektedirler. Meselâ onlar, Allah'ın seçilmiş kavmi olduklarına, peygamberlerin ancak ken­dilerinden olduğuna ve kendilerine şefaat edeceklerine, ateşin sayılı günler dı­şında kendilerine dokunmayacağına inanırlar, bunları böyle bilirler. Halbuki bütün bu hususlarda onların bildikleri bir vehimden ibarettir, onlar sadece doğru olmayan bir zanna sahip bulunuyorlardır.
Evet, bunların iman etmeleri umulmaz; fakat böylelerine üzülmek de ge­rekmez. Nitelikleri ve çirkinlikleri bu gibi şeyler olanlardan hayır gelmez ve onlar için üzülmeye de gerek yoktur.
Yüce Allah'ın Yahudilere açtığı (feth ettiği) şeylerden kasıt ise, şeriat ve hükümleri verme, Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini müjdeleme nimetleri­dir. Bu buyrukta kendisine şeriat verilmiş kimse, namazda Kur'an okurken ta­kılıp da arkasından ona kıraatin açıldığı (hatırlatılarak okumaya devam edildi­ği) ve böylelikle darlıktan çıkan kimseye benzetilmektedir. Ya da: "Allah'ın size açtığı" buyruğunun anlamı, "hüküm verdiği ve beraberinizdekileri tasdik edici olarak size gelecek olan peygambere iman edip ona yardımcı olacağınıza dair sizden almış olduğu söz demek de olabilir. "Rabbinizin huzurunda" buyruğun­dan kasıt ise, ahirette Suyûtî'nin de dediği gibi kendi kendilerine karşı delil getirmeleri kastedilmiştir. Muhakkikler bunun Allah'ın Kitabı'ndaki hükmü hakkında olduğu görüşündedirler. Yani sizin onlara naklettiğiniz Tevrat'ın hü­kümleri, Kur'anı Kerîm'de bulunanlara uygundur. Buna göre karşı delil getir­me, dünyada söz konusu olmaktadır. Bu, Yüce Allah'ın ifk'te bulunan (Hz. Aişe'ye iftirada bulunan) kimseler hakkındaki şu buyruğunu andırmaktadır: "Şa­hitleri getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir." (Nûr, 24/23). Yani O'nun kitabında açıklanmış bulunan hükmüne göre durum­ları böyledir, demektir." [15][61]
Onların kuruntu ve temennilerine gelince; bunlar uydurdukları yalanlar­dır. Bazıları, "ellerindeki Tevrat'ı okumalarıdır" diye açıklamıştır. Yani onların kitaptan payları anlamını kavramaksızın, amelde etkisi görülecek şekilde gere­ken ibreti çıkarmaksızın, yalnızca lafızlarını, kelimelerini okumaktan ibarettir. Bu Yüce Allah'ın: "Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu yüklenmeyenlerin misali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer." (Cuma, 62/5) buy­ruğunu andırmaktadır.

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder