Taberi tefsiri :
Âyet-i kerime bu insanları "Zan peşinde koşmak"la vasıflandırmaktadır. Çünkü onlar, âlimlerinden ve idarecilerinden duydukları sözlerin, Allah'ın kitabından alındığını zannediyorlardı. Halbuki bunlar Allah'ın kitabından alınmış değillerdi. Böylece Allah'tan gelen şeyleri tasdik etmeyi terkettiler de büyüklerinin ve idarecilerinin haber verdiklerine tabi olduiar.
Âyet-i kerimenin anlattığı bu sınıf, haham ve ruhbanlardan olan dini liderlerin saptırdığı cahil halk tabakasıdır. Bunlar âdeta, kesilmek için mezbahaya götürülen koyunlar gibidirler. Kendilerine neler yapılacağının, nereye sürükleneceklerinin farkında değildirler.
Bu gibi insanlar, yanlış din anlayışla, Allah'ın "Halım" sıfatına sığınırlar. "Halîm" sıfatı, Allah'ın, affetme, sert davranmama sıfatıdır. Böyleleri kendi sapıklıklarını düzeltme yerine Allah tealanın "Halim" sıfatına sarılarak günah işledikleri halde affedileceklerini umarlar. Böylece kendilerini tatmin ederler. Allah tealanın, aynı zamanda hak edenlere cezalarını veren olduğunu unuturlar.
Ali Küçük tefsiri :
Onlar kitabı da bilmezler. Bunların işi gücü kuruntudur ve de sadece zannederler. Onlardan kitap konusunda ümmî olanlar vardır. Kitabı tanımayan, kitabı anlamayan, kitapta ne var ne yok bu konuda hiç bilgisi olmayan insanlardır ümmîler. Ümmî, kelime mânâsı olarak anadan doğma demektir. Yâni kitap konusunda, okuma konusunda sanki anadan doğma. Tıpkı anadan doğduğu günkü gibi bilgisizdirler. Gerçi şimdi bizim piyasada ümmî olup da âlim olanlar pek çoktur.
…..
İşte ehli kitap içinde kitabı bilmeyen ümmîler vardı. Bunlar kitaptan haberleri olmadığı için, kitabı tanımadıkları için:
Bunlar ancak ümniyelerin peşinde giden insanlardır.
Emaniy; Ümniyenin çoğuludur. Ümniye, şu anlamlara gelir:
1 Ümniye, kuruntu demektir. Veya öyle de olsa böyle de olsa anlamsız, boş şey demektir. Hayatı pek ilgilendirmeyen şey demektir. Bir şeyin modeli şu veya bu olmuş, rengi krem veya yeşil olmuş, ya da tesbihin ipini siyah veya kırmızı yapmışsın gibi şeyler. Kuruntudur bunlar. Olmasa da olur, ne fark eder ki? ….
2: Veya ümniye kişinin kendi içinde, kendi kafasında şekillendirip biçimlendirdiği, hayal ettiği şeydir. Yâni kuruntudur, hayaldir, boş şeydir. Ya da insanın böyle diline dolayıp durduğu şeylerdir. Efendim yapmak lâzım! Etmek lâzım! Kurmak lâzım! Gibi diline dolayıp bir türlü amele dönüştürmediği ve de zaten amele dönüştürülmesi de mümkün olmayan idealler, mefkureler, hayaller gibi saplanıp kaldığı şeylerdir. Veya peşine takıldığı hiçbir delile dayanmayan ham hayaller, boş kuruntulardır…
Amelleri, bilgileri kitabî değildir, kitaba dayanmaz. Zannediyorum bu böyledir! derler ve böylece zan üzerine yürürler. Zanla amel ederler. Bunların işleri sadece boş bir taklittir.
Ehli kitap arasında böyle bilginler, bildikleriyle müslümanları sapıtmaya çalışanlar olduğu gibi, bir de hiç bir şey bilmeyip de o bilenlerin, o din adamları sınıfının elinde oyuncak olan, kalplerini, kafalarını, düşüncelerini o bilenlerin cebine sokmuş insanlar da vardır. Bunların adı ümmîyyundu zaten. Gerek yahudilerde ve gerekse hıristiyanlarda din adamları diye oluşan bu sınıf, diğer insanların bilgilenmelerini istemiyorlardı. Bildikleri dini bilgilerin diğer insanlar tarafından da bilinmesini istemiyorlardı. Bunlar bildikleri bu bilgiler sayesinde, yığınların kendilerine pervane olmalarını istiyorlardı. Bilgi kendilerinde olduğu için cahil bıraktıkları yığınlara hükmetmek, onları kul köle edinmek istiyorlardı. Bu yüzden kafalarındaki bilgileri insanlara anlatmıyorlardı. Bildikleri Allah bilgisini, kitap ve peygamber bilgisini insanlardan gizliyorlardı.
Şu anda yeryüzünde yaşayan insanlar içinde de dini kendi tekellerine alıp veya siyaseti kendi tekellerine alıp, dünyayı kendi tekellerine alıp, bilgiyi kendi tekellerine alıp, diğer yığınlara: Sizler hiç bir şey bilmezsiniz! Sizler bu işleri anlamazsınız. Bilmek ve anlamak zorunda da değilsiniz zaten! Biz varız ya! Bizler sizin için herşeyi biliriz! Sizin adınıza, sizin hayrınız için herşeyi düşünürüz biz! Sizin adınıza biz karar veririz! Siz yeter ki bize bağlı olun, bizi dinleyin, bizim size sunduğumuz hayattan razı olun, artık gerisini siz düşünmeyin. Sizin için herşeyi biz ayarlarız. Dünyanızı da biz ayarlarız, cennetinizi de biz ayarlarız diyen bugün de pek çok insan görüyoruz. Bildikleri halde hak bilgisini insanlara anlatmayan insanlar. Yığınları sömürebilmek için onları cahil bırakan insanlar. Onlar üzerinde hegemonya kurabilmek için bu yolu tercih edenler.
….
Bunlar kitabı bilmezler, ancak ümniyelere, zanlara, hayallere dayanırlar. Kitapla değil de zanlarla, bilgiye dayanmayan ümniyeler le amel ederler. Ancak zannediyorlar. Yâni başkalarından duyduklarını, hacıdan hocadan duyduklarını din zannediyorlar, din diye zanla amel ediyorlar. Başkalarından aldıklarını hayat zannediyorlar. Gerçi bu tür insanlar ekonomik hayatlarında, ticaret hayatlarında, sosyal hayatlarında, mesleki hayatlarında herşeyi bilebilmekten yanalar. Her şeyi bilebilme gayretindeler. Bu konularda kimseye teslim olmuyorlar. Kimseyi dinlemiyorlar. Ne din adamlarını, ne de başkalarını, hayatlarının bu bölümlerine karıştırmamadan yanalar. Hayatlarının bu bölümlerini kendilerinin bildiklerine inanırlar, ama mesele dine gelince, mesele dinden haberdar olmaya, kitabı tanımaya peygamberden söz etmeye gelince: Biz bu işi bilmeyiz! Biz bu işi anlamayız! Bunu biz din adamları sınıfına bıraktık. Artık bu konuda onlar ne derlerse biz, ona uyarız. Onlar, bunu bilsinler, kitabı onlar okusunlar, anlasınlar, peygamberi onlar tanısınlar. Biz ticaretimizi ilgilenir, dünyamızı yaşarız ve de yarın onların delâletiyle kolayca cennete gideriz diyorlar..
Allah’ın kendilerine gönderdiği kitapla ilgiyi, alâkayı kesmiş, gerçeği bilmeyen, bilemediği için de bilenlerin kulu kölesi durumuna düşmüş olan bu insanların din adına bildikleri sadece zandan ibarettir. Dinlerini zan üzerine bina edip geçerler. Tabi onların gözünde din o kadar önemli olmadığı için, bu kadar ilgi idare edecektir. Kordon boyunda volta atar gibi dinle birazcık ilgilenme yetecektir bu insanlar için. Çünkü kendilerince çok önemli olan dünyalık programlarından ancak bu kadar zamanları kalmaktadır dinlerine.
Acaba Allah’ın kullarına dini üzerine bina etsinler diye gönderdiği bu kitabı gerçekten herkes bilemez mi? Herkesin bu kitabı anlaması mümkün değil mi? Ya da bu dini sadece din adamları mı bilir? Yâni herkes bilemez, herkes anlayamaz mı bunu? Hayır hayır, herkes kitabı bilmek zorundadır. Herkes bu kitaptan haberdar olmak zorundadır. Bu kitap sadece bilenlere gelmiş, hocalara, alimlere gelmiş bir kitap değildir. Herkes gücü nisbetinde bu kitabı anlayıp amellerini bununla delillendirmek zorundadır. Hani Allah’ın Rasûlü bir hadislerinde:
"Allah size gıyl'u gal'i haram kıldı!" buyuruyordu..
"Gıyle" Denildi, "Gale" Dedi demektir. Dedi ve denildi. Yâni Allah’ın rasulü kişinin dinini dedi ve denildilere bağlamasının haram olduğunu söylüyor. Bu ameli niye böyle yapıyorsun? E filan öyle demişti! Galiba falandan duymuştum! Herhalde öyle duymuştum! Kişinin amellerini bunlara bağlamasını Allah ona haram kılmıştır diyor Allah Rasûlü. Ya neye bağlayacağız? Allah böyle dedi, Rasulullah böyle buyurdu diyerek amellerimizi kitap ve sünnetten delillendirmek zorundayız. Filanlar, falanlar böyle demişler diyerek bir din yaşanamaz. Bu dinin kitabı, bu dinin örneği dipdiri ayakta dururken onlardan habersiz bir din yaşanması mümkün değildir.
Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri :
Bir de bunların ümmîleri vardır ki, okuma yazma bilmezler, kitabı anlamazlar, sadece birtakım ümniyyeler (kuruntular) beslerler. Bütün bildikleri hayal meyal mefkurelerden, duydukları taklidî temennilerden ibarettir.…. İşte yahudilerin okuma yazma bilmeyen avam (cahil halk) takımı da ilimden, kitaptan nasibi olmayıp sadece kuruntu arkasında koşar dururlar, ve onlar yalnızca zan içinde yaşarlar, zan peşinde koşarlar, kuru bir zan ve taklitten başka bir şeye malik değiller. Hak ile batılı tayin edip seçemezler. Bu yüzden bunların vebali de kendilerini aldatan okur yazar takımınadır.
Prof. Bayraktar Bayraklı tefsiri :
Ayette üç kavram yer almaktadır: ümmi, kuruntu ve zan. Bunların arasında da (Kitabı bilmezler) ifadesi bulunmaktadır. Bu nedenle ayetin ekseni kitabı bilmeyenler'dir. Şimdi bu kelimeleri açıklayabiliriz:
(Bazdan ümmidir).
Ümmi kelimesi, pınar, memba, başlangıç, doğuş, mebde, başlıca prensip, temel esas, bir şeyin ruhu ve cevheri manalarına gelmektedir. Ümmi kelimesi, Kur'an'da pek çok şey için kullanılmıştır: [1][147]
1. (Ummu'lKitâb=Kttabın Anası/Ana Kitap):
(O, nezdimizde bulunan ana kitapta mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır). [Zuhruf/4]
(Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır. Ana kitap O'nun yanındadır). [Ra'd/39]
(Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın temelidir). [Âli İmran/7]
Demek ki Kur'an'ın muhkem olan ayetleri, diğer ayetlerin temelini teşkil etmekte, yani onlara kaynaklık etmektedir.
İlahî kitaplara kaynaklık eden levhi mahfûz'a da ana kitap denmektedir. [2][148]
2. (Ummu'lKurâ=Şehtrlerin Anası):
İnsanlık tarihinde kurulan ilk şehir, insanlık medeniyetine kaynaklık eden ve diğer şehirlere analık eden ilk şehir anlamına gelmektedir.
(Ümmü'lkurâyı/şehir halkını uyarman için...) [En'âm/92]
Ummu'1kurâ (şehirlern anası), medeniyetin beşiği demektir. [3][149]
Ümmet bir grub ve bir peygambere mensup insanlar topluluğunu ifade etmektedir. Her canlı grubuna da ümmet denir.
Hayvanlar topluluğuna da bu anlamda ümmet denilmektedir:
(Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi sizin gibi ümmetler, yani topluluklardır). [En'âm/38]
Eşibenzeri olmayan tek bir kişiye de ümmet denir:
(İbrahim gerçekten Allah'a itaat eden bir ümmet idi). Nahl/120] [4][150]
4. Kötü Amellerin Neticesi:
(Onun annesi haviyedir). [Kâria/9]
Bir annenin çocuğunu kollan arasına alıp onu sımsıkı sarması gibi, günahları fazla geleni de ateş o şekilde sarmalayacaktır. [5][151]
Ümmi kavramının diğer bir anlamı da, anaya mensup, anadan doğduğu gibi saf, temiz ve günasızdır. Genelde ümmi kavramına, okumayazma bilmeyen, anadan doğma cahil anlamı verilmektedir.
Bakara/78'deki ümmi kelimesinden sonra gelen (Kitabı bilmezler) ifadesi, yukarıdaki manayı kuvvetlendirmektedir. Manayı biraz daha uzaklara taşırsak şöyle bir genelleme yapabiliriz: İnsan pek çok şeyi bilebilir, ama kutsal kitabını bilmiyorsa, ümmi sayılır.
Bakara/78'de yer alan diğer kavram ise, (Bütün bildikleri kuruntulardır) ifadesindeki emâniyye'dir. Emâniyye kelimesi, munya veya minye kelimesinden türeyen ümniyye kelimesinden gelmekte olup arzu, temenni, talep, iddia, heves, şehvet, hasret, iştiyak manalarına gelmektedir.
Bu kavram Kur'an'da şu manalarda kullanılmaktadır: [6][152]
Ümniyye kelimesinin fiil olarak Nisa/l 20'de geçtiğini görüyoruz:
(Şeytan onlara söz verir ve onların içinde 'sahte arzular' oluşturur). [Nisa/120]
Bu ayetteki (yümennîhim) kelimesini Râzî, Bakara/78'deki (illâ emâniyye) ibaresiysiyle bağdaştırarak şu yorumu yapmaktadır: fakat bu yorum tamamen Bakara/78 ayetine aittir "Din adamları onlara, cehennem azabının kendilerine sadece birkaç gün dokunacağı kuruntusunu verir. Onlar da hatalarından dolayı, Allah'ın onları sorgulamayacağını, ataları olan peygamberlerin kendilerine şefaatçi olacağını sanırlar".[7][153]
Ümniyye, yanlış bilgiler ve şeytanın insanlarda oluşturduğu sahte arzulardır. Dinde olmayan bir görüşün dindenmiş gibi sunulması ve o sahte bilginin insanda uyandırdığı sahte arzulara denmektedir. Böylesi sahte arzulan uyandıran şeytan olabileceği gibi, insan da olabilir. Din eğitimi insanları sahte fetvaların peşine takılıp, sahte arzularla yaşamaktan kurtarmalıdır. [8][154]
(Yahudi veya hristiyanlardan başka asla kimse cennete giremeyecek" dediler. Bunlar onların boş temennileridir. De ki: "Doğru kimselerseniz, delilinizi getirin"). [Bakara/l 11]
Delile dayanmayan ve tamamen sübjektif/taraflı değerlendirmeden kaynaklanan temennilere bu ad verilmektedir. Allah'tan başka kimse, hiçbir kimsenin cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilemez. Muayyen bir gruba mensup olan insanların cennetlik, diğerlerinin cehennemlik olacağını söylemek ve böyle bir değerlendirmede bulunmak delil ister. Böyle bir iddia kuruntudan öteye geçemez. Allah bu beyanı, müslümanlann da yahudi ve hristiyanlar gibi bozuk değerlendirmeler yapmasını önlemeye yöneliktir. [9][155]
(Mesele ne sizin temennilerinizle ve ne de ehli kitabın kuruntulanyla olacaktır. Kötülük yapanlar, yaptıklarının cezasını görecektir. Onlar için Allah'tan başka ne bir koruyucu ve ne de bir yardımcı bulacaklardır). [Nisa/123] [10][156]
Müfessirler Hac süresindeki (temenna) kelimesine okumak manasını vermişlerdir:[11][157]
(O bir şey okuduğu zaman, şeytan onun okumasına bir şey atmıştır). [Hac/52]
Demek ki bu ayette yer alan (temenna) kavramı, olumlu bir anlam taşımaktadır. Peygamberlerle ilgili bir eylem için kullanıldığında, sahte arzu ve kuruntu manalarından sıyrılmaktadır. [12][158]
Bu kelime Vakıa suresinde tümnûn olarak geçmektedir:
(O halde, dökmekte olduğun meni nedir?) (Vakıa/58)
Bazı müfessirler bu kelimeye atmak, bazıları da akıtmak manası vermişlerdir. İnsan bir iş için kurduğu hayallerini, isteklerini, beklentilerini, temenni ve kuruntularını ona doğru akıtır. Gönlü o şeye doğru akıp gider. Bu anlam, meninin rahime akışını andırmakta olduğundan, iki eylem için aynı kelime kullanılmaktadır. Akan meninin çoğu boşa gider, insanın hayalleri, kuruntuları ve beklentileri de çoğunlukla boşa çıkar. Bu bakımdan da aralarında bir benzerlik vardır. Meni akarken, insana zevk verir, insanları hayallere götürür. Aynı şekilde hayal, kuruntu ve temenniler de insana çok tatlı gelir, ama sonuçta gerçek olmadıkları anlaşılınca hayal kırıklığı yaratır ve insan psikolojisini sarsarlar.
Bu kelime eğitim bakımından bize önemli mesajlar vermektedir. Eğitim, insanların kuruntu, sahte arzu, boş temennî peşinde koşmasını engellemelidir. Gerçekle ilintili olan hayaller, insanı araştırmaya sevkeder, ama boş hayâller ve sahte kuruntular, insanı peşinden koşturursa, sonunda hayal kırıklığından başka bir şey olmaz. Bu da insan emeğinin boşa gitmesi demek olacağından, hem ferdin ve hem de toplumların değer kaybına neden olacaktır. Eğitim, hayal ile gerçek arasındaki bağlantıyı iyi kurmalı, sahte olan şeylerin peşine koşmaktan doğacak zararın bilincini insanlara vermelidir.
Kitabı bilmeyen ümmilerin, sahte kuruntuların peşine koşacağını söyleyen Bakara/78 ayeti, bilgisizlikle hayalperestliğin arasındaki bağlantıya dikkat çekmektedir. Kitabın, yani bilginin yer etmediği beyin ve gönüller, sahte temenni ve boş kuruntuların hücumuna uğramakta ve bilginin yerini doldurma çabasına girişmektedirler. Ayet, kitabı bilmeyenlerin sadece kuruntu yapmayı ve boş hayal kurmayı bildiklerine işaret etmektedir. Demek ki öğretim faaliyeti insanları bilgilendirdikçe, onları sahte hayal ve boş kuruntulardan uzaklaştırarak, psikolojik bunalımdan kurtarmaktadır. Beynin ve gönlün en güçlü bağışıklık sistemi bilgidir.
(Onlar sadece zanda bulunuyordu).
Düşünmek, inanmak, farzetmek, tahmin etmek, doğru kabul etmek, tasdik etmek, addetmek, mülahaza etmek manalarına gelen zan kavramı, kötü zan ve iyi zan şeklinde iki kısma ayrılmaktadır. Zan kelimesi Kur'an'a göre, hakikatten kırıntı taşımayan düşünce şeklinde tanımlanabilir.[13][159] Bu tanımı veren ayet şöyledir:
(Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez). [Necm/28]
Bu ayette, zan, bilginin karşıtı olarak görülmekte ve hakikat namına bir şey ifade etmeyen düşünce olarak takdim edilmektedir.
"Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder". Bunların o hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar). [Câsiye/24]
Ahiret hayatı, ölüm ve tekrar dirilme konusunda fikir beyan etmek için bir bilgiye dayanmak gerekiyor. Bilgisi olmayanların yapacağı iş, gerçekle alakası olmayan zanna dayanmak olacaktır.
Kısaca:
1. Bu, açıkladığımız diğer ayetlerden farklı olarak bize ümminin başka bir boyutunu ifade etmektedir. Ümmi, kitabı bilmeyen, hayal peşinde koşan ve gerçekle alakası olmayan zanlara dayanan insandır. Bütün yapıp etmelerini, hayal ve zan üzerine bina eden, bilgiden yoksun insan, ne kendine ve ne de başkasına faydalı olamaz.
2. Hayal, kuruntu ve gerçekle ilgisi olmayan zanlardan kurtulmanın yolu, öğretim faaliyetidir.
Öğretim, dinî alanı kutsal kitaba dayandıracak ve böylece insanlar objektif/tarafsız bilgiye sahip olacaklardır.
Öyleyse, öğretim faaliyeti, insanlara tarafsız/objektif bilgi vermekle görevini yapmış olacak ve başarısını da bu sayede temin etmiş olacaktır.
3. Kitabî bilgi tarafsız olduğu kadar evrenseldir de.
Evrensel bilgiye sırtını dönenler, hayal aleminde ve kuruntular dünyasında yaşamaya başlarlar. Evrensel değer (bilgi), insanın beynini, gönlünü ve nefsini ayağa kaldıracak ve onları erdemin zirvesine taşıyacaktır. İşte Allah bu ayette bilgisizliğin nelere mal olduğuna dikkat çekmektedir. [14][160]
Mahmut Toptaş tefsiri:
Onlar içerisinde kitabı bilmeyen ümmî insanlar vardır. Yani okuma yazma bilmeyen Yahudiler vardır. Ümmîdirler. O gün için söyleniyor. Bugün için de böyleleri var. Hocam hepsi üniversite mezunu derseniz, Tevrat'ı okumayan çok.insan vardır. Yahudi olduğu halde Tevrat'ı bilmeyen. Şu anda İstanbul şehrinde bazı liselerde Yahudi ve Hıristiyan çocukları da var. Ve orada görev yapan dindersi öğretimini arkadaşlarla ben görüşüyorum. Vallahi hocam, müslümanlık hakkındaki bilgileri, Yahudilik ve Hıristiyanlık'tan fazla diyorlar. Yani babaları evde onlara bir şey öğretmiyor. Kiliseye de gitmiyorlar.
Şu anda aramızda yok bir noterimiz, bir Hıristiyan'ın Ermeni'nin müslüman olmasına sebep oldu. Ve bana da getirdi görüştük. Eski Serkis yeni Selim diyor. Çocuğa nasıl müslüman oldun? dedim. Aslında rnüslüman olmasında noterin emeği fazla değil. Müslüman olduktan sonra daha ziyade yardımcı olmaya çalıştı. Diyor ki, hocam ben yirmibir yirmiiki sene Hıristiyan olarak yaşadım. Anam dinine çok bağlıydı. Her pazar beni kiliseye götürürdü. Babam küçük yaşta Ölmüş. Askerden geldim yine kiliseye gittik. Bir gün kiliseden çıkarken pekiyi ben Hıristiyanlık hakkında ne biliyorum diye kendime sordum. Papaz bize yabancı dilden bir şeyler anlatıyor. Ben bilmiyorum ezberlememişim. Anam da ezberletmemiş. Yahudilikten de bir şey bilmiyorum.
Kendi kendime yahu müslümanlıktan ne biliyorsun? dedim. Her gün dükkânımdan ezan sesi duyuyorum. Ben onu ezberlemişim. Yani hiç kulak vermediğim halde ben ezanı ezberlemişim diyor. Günde beş defa okuna okuna ben onu ezberlemişim diyor. Kendi kendime ezanı baştan sona okudum diyor.
Demiş ki, papaza yirmi iki sene gittim. Sana birşey öğretmedi. Şu kulak vermediğim müezzin sana bir şeyler öğretmiş. Geç bunun tarafına dedim ve geçtim diyor. Saoğlsun noterde benden yardımlarım esirgemedi diyor.
Şimdi hâlâ bunların içerisinde, bu türden ümmî denecek insanlar vardır. Zaten ümmîyi bir yerde tarif etmiş Allah (c.c); "Kitabı bilmiyorlar" kitaptan kasıt Tevrat'ı bilmiyorlar.Yani Yahudiler içerisinde Tevrat'ı bilmıyen ümmî insanlar var. Pekiyi insan hiç bir şey bilmezse böyle hep ağzı kapalı hiç konuşmadan mı durur. Bir şey düşünmeden mi durur? Hayır değil, Rabbim bize bir düşünme mekanizması vermiş. Bu defa insanlar ütopya üretirler. Hayaller, kuruntular ve idealler meydana getirirler. Kitabı bilmiyor ama kendi hayalinden yeni kuruntular üretiyor. "Hani kul daralmaymca hızır yetişmezmiş" diye atasözümüz vardır. Hızır da insana dar yerlerde, zor yerlerde yetişirmiş derler. Adamın biri de Hızır'ı çok görmeyi arzulamış. Yahu Hızır herkese gelir de acaba bana niye gelmez demiş. Daralınca gelirmiş diyorlar. Pekiyi ben çöle yanıma hiç ekmek su almadan bir gireyim bakalım demiş. Nasıl olsa ben ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelince Hızır beni kurtarır demiş. Gitmiş gitmiş gitmiş, giderken insan neyi arzu ederse onu hayallermiş. Hayalde etmiş. Yani Hızır nasıl olur? Uzun boylu, bembeyaz yüzlü, göbeğine kadar bembeyaz sakalı olan, bembeyaz elbiseli mübarek bir zattır, diyerek hayal etmiş gitmiş. Derken böyle iki gün gittikten sonra, neredeyse baygınlık geçirecek. Karşıdan bir adam gelmeye başlamış. Tam karşılaşmışlar. Bakmış kambur, kara, kuru bir adam. Selamlaşmışlar. Nereden gelip nerey gidersin? Demişki ben Hızır'ı aramaya gidiyorum. Adam demişki, ayağına geldi senin Hızır. Ben Hızının. Demişki, haydi böyle Hızır mı olur? Böyle kambur, kara, kuru Hızır mı olur demiş. Yürümüş yoluna ama, biraz gittikten sonra acaba olur mu ki demiş ve geriye bir bakmış adam yok. Yani o Hızırmış. Bu bir hikâyedir olmuş değil. Ama benim için önemli olan şurası. Anlatım kolaylığı getiriyor.
Günümüzde müslümanların bir araya gelemeyişlerinin yegane sebebi, herkesin hayalinde kendine has müslümânlık vardır. Kur'ân'daki ve sünnetteki değil. Kur'ân ve sünnetten herkesin kendi anlayışı hızın vardır. Müslümanlık bana göre şöyle. Şöyle şöyle yollarla gidilmesi lâzım efendim. Kardeşim bu iş sana göre olmaz. Kur'ân ve sünnete göre olur. Yeniden oku. Sana göre olursa, Türkiye'deki elli milyon insanın, elli milyon İslâm anlayışı olması lazım. Doğruluk anlayışına gelince beş milyar insan var. Beş milyar doğruluk anlayışı olması gerekir. Bu iş olmaz. Öyleyse bir yerde birleşilmesi gerekiyor. O da Allah'ın kelamı etrafında birleşilmesi gerekiyor. Kitabı atarsanız boş kalmıyorsunuz. Rabbim ona işaret ediyor. "Kitabı bilmiyorlar ama ancak adamların kuruntuları var,"
Yani adamların ütopik hayalleri var. Erişilmeyen, elde edilemeyen, tutulamiyan, yapılanmıyan hayaller vardır. Yeni evlenecek delikanlının, hayalinde kadın portresi çizdiği gibi. Şöyle güzel olacak. Şöyle zengin olacak vs. gibi. O yok. Yani onun hayalindeki yeryüzünde yok. Günün birinde biriyle evleniyor. Hayalindeki bulamayınca bu defa da şikâyete başlıyor. O senin aradığın senin putun gibi bir şeydir. Zaten öyle bir insan olmaz. Öyle birisi olmuş olsa rahat edemezsin. Çünkü o senin çizdiğindir. Onun için onlar kuruntulara tabi olurlar. "Onlar zann üzeredirler." Hakikat üzere değildirler. Yani kuruntuları da doğruluk ifade etmiyor. Yüzde yüz doğru değildir. Onun içindir ki, günümüzde yazarlar biz her fikre saygılıyız diyorlar. Aslında bu söz kendi mantığı içinde doğrudur. Adam kendi düşüncelerinin yüzde yüz doğruluğuna inanmadığı için, başkasının ki, doğru olabilir diyor. Onun için ona saygı duymam lazım diyor. O zaman beş milyar insanın, beş milyar düşüncesine saygı duyuyor. Bu sefer de doğruyu bulmak mümkün olmuyor. Bu sefer doğru kiminki olmuyor. Birinin hâkim olması lâzım. O zaman kılına, silahı elinde tutan adam doğru olarak kabul ediliyor. Onun içindir ki, darbeler genelde, binlerce doğru olduğunu söyleyen insanlar arasından birisi çıkıyor diyor ki, yeter be, benim söylediğim doğrudur işte. Ve aşağıdakiler içinden homurdanıyor. Başka bir şey yapamıyorlar. Ve bu devam edip gidecektir. Tâki gerçek doğruyu buluncaya kadar. Gerçek doğruda insanların ürettiği değildir. Çünkü insanların ki, zanna dayanıyor. Olabilir de olmayabilir de. "Onlarınki ancak zann üzer inedir ler." Gerçek hakikat üzerine değildirler. Çünkü insanoğlu bu gün çok doğru bilginden yarın dönüyor, öbürüsü gün dönüyor. Öyleyse biliyor ki, bu kesinlik ifade etmiyor. Kesinlik ifade eden yeri ve göğü ve insanı yaratan Allah (c.c.)'ünün buyurduklar ıdır. O da kitaptır. Bir de kitabı bilenler var. Onu yönlendirenler var
Vehbe Zuhayli tefsiri :
Yüce Allah, Yahudi ilim adamlarının ve hahamlarının durumunun bu olduğunu böylece söz konusu ettikten sonra, aralarından ümmî olanların durumunu açıklamaya geçmektedir. Bu ümmîler dinlerine dair işittikleri ve akıllanyla kavramadıkları bir takım yalanlardan başka bir şey bilmemektedirler. Meselâ onlar, Allah'ın seçilmiş kavmi olduklarına, peygamberlerin ancak kendilerinden olduğuna ve kendilerine şefaat edeceklerine, ateşin sayılı günler dışında kendilerine dokunmayacağına inanırlar, bunları böyle bilirler. Halbuki bütün bu hususlarda onların bildikleri bir vehimden ibarettir, onlar sadece doğru olmayan bir zanna sahip bulunuyorlardır.
Evet, bunların iman etmeleri umulmaz; fakat böylelerine üzülmek de gerekmez. Nitelikleri ve çirkinlikleri bu gibi şeyler olanlardan hayır gelmez ve onlar için üzülmeye de gerek yoktur.
Yüce Allah'ın Yahudilere açtığı (feth ettiği) şeylerden kasıt ise, şeriat ve hükümleri verme, Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini müjdeleme nimetleridir. Bu buyrukta kendisine şeriat verilmiş kimse, namazda Kur'an okurken takılıp da arkasından ona kıraatin açıldığı (hatırlatılarak okumaya devam edildiği) ve böylelikle darlıktan çıkan kimseye benzetilmektedir. Ya da: "Allah'ın size açtığı" buyruğunun anlamı, "hüküm verdiği ve beraberinizdekileri tasdik edici olarak size gelecek olan peygambere iman edip ona yardımcı olacağınıza dair sizden almış olduğu söz demek de olabilir. "Rabbinizin huzurunda" buyruğundan kasıt ise, ahirette Suyûtî'nin de dediği gibi kendi kendilerine karşı delil getirmeleri kastedilmiştir. Muhakkikler bunun Allah'ın Kitabı'ndaki hükmü hakkında olduğu görüşündedirler. Yani sizin onlara naklettiğiniz Tevrat'ın hükümleri, Kur'anı Kerîm'de bulunanlara uygundur. Buna göre karşı delil getirme, dünyada söz konusu olmaktadır. Bu, Yüce Allah'ın ifk'te bulunan (Hz. Aişe'ye iftirada bulunan) kimseler hakkındaki şu buyruğunu andırmaktadır: "Şahitleri getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir." (Nûr, 24/23). Yani O'nun kitabında açıklanmış bulunan hükmüne göre durumları böyledir, demektir." [15][61]
Onların kuruntu ve temennilerine gelince; bunlar uydurdukları yalanlardır. Bazıları, "ellerindeki Tevrat'ı okumalarıdır" diye açıklamıştır. Yani onların kitaptan payları anlamını kavramaksızın, amelde etkisi görülecek şekilde gereken ibreti çıkarmaksızın, yalnızca lafızlarını, kelimelerini okumaktan ibarettir. Bu Yüce Allah'ın: "Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu yüklenmeyenlerin misali koca koca kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer." (Cuma, 62/5) buyruğunu andırmaktadır.