Bakara 42-Hakkı gizlemeyin ve batılla karıştırmayın


Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri :
Bu âyetin anlamı çok kapsamlıdır. İlme ve amele dair hususları kapsar. Bilgiçlerin hilelerine, yalan dolanlarına ve bozgunculuklarına, hatta ticaret ehlinin karışık işlerinden ve hakimlerin haksız hükümlerine varıncaya kadar hepsine şümûlü vardır. " İnsanları aldatmayınız, sahtekârlık yapmayınız." meâlinde bir genellemeyi ifade eder. Bununla beraber (kelâmın) sevki bilhassa ilmî değeri hedef alıyor. Nice kimseler vardır ki, ilmî gerçekleri bozarlar, kötüye kullanırlar, onları kendi gönüllerine göre evirerek çevirerek aslından çıkarırlar, bakırı yaldızlarlar, altın diye satarlar. Bu durum İsrailoğulları haberlerinde çok vardı. Bunlar, kendi yazdıkları fikirleri, te'villeri, tercemeleri, Tevrat'ın aslı ile karıştırıyorlar, seçilmez bir hale getiriyorlar ve bazan da Muhammed (s.a.v.)'e ait vasıflar hakkında yaptıkları gibi geçmiş kitaplardaki âyetleri saklıyorlardı ki, bu konuda
"Yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazıp, sonra 'Bu Allah katındandır.' derler." (Bakara, 2/79),
"Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar." (Nisa, 4/46, Maide, 5/13)
ve diğerleri gibi başka âyetler de vardır. Bunlar, Tevrat'ın aslını korumuyorlar, kendi yazdıkları tercemeleri: "İşte Allah'ın kitabı" diye Tevrat yerine koyuyorlardı. Ve ilmî meselelerde gerçeği takip etmeyerek kendi gönüllerine göre açıklamalarda bulunuyorlar, arzu ve şehvetlerine sapıyorlar, safsatalar yapıyorlar, arzularına tabi oluyorlardı. Bu şekilde hak fikri, hak inancı kalmıyor, aldatma, karıştırma, aldatıcılık hükümran oluyordu. İşte bütün bunlara karşı İsrailoğullarının bilginlerine genel olarak bu yasaklama hitabı söylenmiştir ki, Kur'ân'da bu konuda başka bir âyet olmayıp da yalnız bu âyet olsaydı, Kur'ân'ın terceme ve tefsiri meselesinde ve diğer ilmî vaziyette İslâm'ın tutumunu, ilmî vazifenin şeklini tayin etmek için bu âyet yeterli olurdu. Kur'ân'ın tecrid (soyutlama) meselesinin ne büyük önemi haiz olduğu, Kur'ân'ı Kur'ân, tercemesini terceme, tefsir ve te'vili de tefsir ve te'vil olarak bellemek ve belletmek bir hak görev olduğu unutulmamalı. "Farsça Kur'ân", "Türkçe Kur'ân" gibi sözlerden çekinmelidir. Çünkü milyonla terceme ve te'vil yazılır, onlar yine Kur'ân'ın hakikati olmaz.

Ali Küçük tefsiri:
Bunlar aslında saatlerce anlatılacak konular. Neden mi? Çünkü Kur’an baştan sona bu konuları anlatır. Meselâ az evvelki âyet. Satmayın âyetlerimi diyordu Rabbimiz. İşte satmışlar Kuran’ı, satmışlar hep âyetleri. Meselâ:
"Kelimenin konumunu değiştiriyorlardı." (Mâide 13)

 Ne için gelmiş idiyse o kelâm, onu farklı konumda anlamaya, farklı atmosferde algılamaya çalışmışlar. Farklı yerlerde kullanmaya çalışmışlar. Fonksiyonunu değiştirmişler kitabın. Ek­meğin, elmanın, suyun, kadının, erkeğin fonksiyonlarını hiç unut­mayan insanlar ne ya­zık ki kitabın fonksiyonunu unutmuşlar. Allah korusun işte bizim du­rumumuz. Sanki Allah’ın âyetleri Allah’a kul­luk için değil de başka gâ­yeler için gelmiş. Neredeyse Kuran’ı bir parçacık namaz sûreleri, ce­naze âyetleri, nişan, nikâh merasimle­rinin âyetleri, para toplamayı ge­rektirecek dönemlerin âyetleri, bir evin veya bir dükkanın mübâreklenmesi için yeri gelince konuşu­lacak konunun âyetleri veya celî, dîvanî, nesih, sülüs ya da kûfî yazı modellerinin sergilenmesinde kullanılan âyetler.

Veya işte tamam ben bu sûreden doçent olurum di­yen kişinin doktorasının konusu olan âyetler. Maalesef medreselerde bugün Kur’an, Arapça’nın alıştırma kitabıdır. Hani mensup mudur? Mazmum mu­dur? Müpteda mıdır? Haber midir? Fiil midir? Fail midir? Bunun alıştırma kitabıdır Kur’an. Adamlar sanki Kur’an bunun için gelmiş gibi, onun mânâsı ve muhtevası üzerinde tek kelime bile söy­lemeden hep i’rabı üzerinde yoğunlaşıyorlar.
Bizim gibi kimilerinin elinde de Kur’an, Allah korusun boş va­kitle­rimizin, boşlukta geçen vakitlerimizin kamuflajında kullanı­lan bir kitap. Veya işte konuşmalarımızı, biraz biraz âyet ve ha­dislerle süsle­yince, biraz dolgun gibi gözüküyoruz ve belki de böylece tatmin oluyo­ruz bununla. Adam balık satıyor aslında, ama maydanozla süslüyor onu. O süs maddesidir, değilse maydanoz filan sattığı yok adamın. Öyle değil mi? Adam İslâm’da aile diyor, İslâm’da takva diyor, İs­lâm’da kazanç diyor ve araya bir iki âyet hadis sıkıştırıyor. Böylece âyet anlatmıyor, hadis anlatmıyor da, sattığı, pazarladığı başka şey de, âyetle, hadisle de pazarladığını süslüyor Allah korusun.

Veya hakla bâtılı bulaştırmayın birbirine! Hakla bâtılı birbi­rine karıştırmak. Bu:
a. Hakla bâtılı birlikte yaşamayın! demektir. Yâni biraz hakkı, biraz bâtılı yaşamayın! demektir. Hakla bâtılı sarmaş dolaş yapmayın! demektir. Meselâ ekonomik hayatta yahudileri, sosyal hayatta hıristiyanları, geriye kalan dinsel hayatınızda da müslümanlığı, böyle çorba edip karıştırmayın! demektir.

b. Hak mı, bâtıl mı yaşıyorsunuz? Bunu bilmiyorsunuz! Al­lahtan mı aldınız? Başkalarından mı aldınız? bilmiyorsunuz? Allah mı buyurdu? Yoksa Zerdüşt mü buyurdu? bilmiyorsanız. İşte bu hakkı bâtıla karıştırmak demektir.
Ya da rahmetlik hoca efendinin tabiri miydi? Ne idi? Bilmiyor­sa­nız, işte bunları birbirine karıştırmayın! Hakkı hak olarak bilin, bâtılı da bâtıl olarak bilin! Hakkı bâtıla karıştırmayın! Yâni ha hak olmuş, ha bâtıl olmuş, üzerinde durmaya gerek yok demeyin sakın! diyor Allah.

İnsanlar hakkı bâtıla dosdoğru karıştırmıyorlar gördüğümüz ka­darıyla. Müslüman kesim için söylüyorum: Bu kesim hakkı hak bili­yorlar, bâtılı da bâtıl biliyorlar da, hakkın ve bâtılın bilgisine sa­hipler de, ama öyle bir hayat yaşıyorlar, öyle bir hayat programı yapıyorlar ki, ya da öyle bir ameli program düzenliyorlar ki, sanki o program hakkı yaşamaya elverişli değil. Program, hakkı yaşamaya elverişli ol­madığından bâtılı mecburen böyle destek çıkıveriyorlar veya sanki her şeylerini Allah’a soracaklarken tutup Allah’a sor­maktan sakını­yorlar. İki sebepten bunu yapıyorlar:
1 Ya soracakları o konuda Allah’ın ne diyeceğini az buçuk ön­ceden kestiriyorlar. Yâni o konuda Allah’ın diyecekleri hoşlarına git­meyeceği için, huzurlarını kaçıracağı için, iyisi mi hiç sormayalım di­yorlar. Sorduğumuz zaman Allah’ın ne diyeceği belli, dinlesek olmaz, dinlemesek olmaz; iyisi mi hiç sormayalım, deyip Allah’a sormuyorlar. Meselâ bazı akrabalarım kimi konuları bana hiç sormazlar. Çoğu za­man o işi yaparlar bitirirler, ondan sonra duyarım ben. Bana hiç haber etmezler. Niye? E, o konuda benim ne diyeceğimi önceden bildikleri için onu bana hiç sormazlar. Şimdi sorarsak; dinlesek olmaz, dinle­mesek hiç olmaz, iyisi mi onun haberi olmadan yapalım bunu diyorlar. Galiba kimi insanların yapacakları işleri Al­lah’a sormamasının altında yatan birinci sebep de budur. Yâni ki­tap ve sünnete sormadan iş yapmalarının sebebi budur. Sordukları zaman hoşlarına gitmeyecek cevaplar alacaklarını önceden kestirdikleri için iştahları kaçmasın diye sormuyorlar Allah ve Rasûlüne.

2 İkincisi de, yahu bu da Allah’a sorulur mu? diyorlar ve onun da Allah’a sorulacağının farkında olmadıkları için Allah’a sormuyorlar. O konunun da İslâm’da ve Kur’an’da sergilendiğinin farkında olma­dıkları için Allah’a sormuyorlar. Meselâ tamam, namazın kaç rekat ol­duğunu Allah’a soralım. Veya abdestin farzlarını Al­lah’a soralım da, yâni nereden kazanıp nerede harcayacağımı da Allah’a soracak deği­lim ya! Veya hangi mesleği seçmemiz gerek­tiğini de Allah’a soracak değiliz ya! Veya nasıl giyineceğimi? Nerde okuyacağımı? Neleri oku­yacağımı? Sabahleyin saat kaçta kalkacağımı? Misafirlerime ne ikram edeceğimi? Çocuklarımı nasıl eğiteceğimi de Allah’a soracak değilim ya! Diyorlar ve hayatlarının o bölümlerini Allah’a sormuyorlar, hayatla­rının o bölümlerine Al­lah’ı karıştırmamaya çalışıyorlar.

Ya da kimisini Allah’a, kimilerini de başkalarına soruyorlar. Böy­lece hayatlarının bazı bölümlerine Allah’ı, bazı bölümlerine de başkalarını karıştırdıkları için hakkı bâtılı birbirine karıştırıyorlar. Na­mazı Allah’tan, ama mîrası başkalarından aldıkları için hakkı bâtıla karıştırıveriyorlar. Orucu Allah’tan, ama hukuku başkaların­dan, Haccı Allah’tan, ama ekonomik yapıyı başkalarından aldıkla­rından, kılık kı­yafeti başkalarından aldıklarından hakla bâtılı karıştırıveriyorlar.

Bir de bizim müslümanlığımızın zarûri bir neticesi olarak ha­yatı­mızda hakla bâtıl birbirine karışmaktadır. O da şudur: Altı bin âyetlik bir Kur’an’ımız var. Peki bunlardan kaç tanesini biliyo­ruz? İşte 30, 40, 50, 100, 200 tane. Geriye kalan o bilmediğimiz âyetlerin biz­den istediği hayat programında, bizler mecburen başka şeyler uygu­layacağız demektir. Çünkü bir şeyler yapıyoruz, yapmak zorundayız elbette, durmuyor ki hayat. Yâni farz edelim ki insan hayatı 100 birim ve Kur’an âyetleri bu 100 birimi düzenlemek için gelmiştir. Bakara şu birimi, Âli İmrân bu birimi, Nisâ bu birimi, Tebbet burayı, İhlâs şurayı düzenlemek için gelmiştir. Yâni haya­tın tümünü düzenlemek üzere Allah bize bir kitap göndermiştir. O kitapta hayatımızın bir bölümünü düzenlemek için gelmiş bulunan âyet birimlerini bilmiyorsak, hayatı­mızın o bölümü hep bozuk olacak ve biz sürekli bâtılla birlikte hakkı yaşayacağız; yâni hakla bâtılı birbirine karıştıracağız demektir. Da­hası:

"Bile bile hakkı da gizlemeyin!"
Bir de bile bile hakkı gizlemeyin! Çünkü  siz, hakkı biliyorsu­nuz. Hakkı biliyorsunuz siz! Siz Tevrat ehlisiniz! Siz Kur’an ehlisiniz! Siz bu işi biliyorsunuz! Öyleyse siz bu karıştırma işini, bu gizleme işini yapmayın! Her amelde, her eylemde, her fi­kirde ama. Bu kitap Furkân’dır. Bu kitapta hak da bellidir, bâtıl da bellidir. Sizler bu kita­bın, size bildirdiği hak bilgisine sahip ola ola, hakkı bile bile dünya menfaatleri sebebiyle bu kitabın hak ve bâ­tıllarını insanlara açıkla­mamak durumunda olmayın. Ketmetmek, gizlemek, örtmek, örtbas etmek konumunda olmayın.

Anlaşılmadı mı? Bir daha söyleyeyim düzgünce inşallah: Arkadaşlar, hakla bâtılın birbirine karıştırılmasını şöyle anlamaya çalışıyoruz: Hayatın değişik veçhelerini Kur’an’ın tümü düzenle­mek için gelmiştir. Meselâ diyelim ki Kur’an’dan Mâide sûresini çekip çıkartsak, eğer hayatı düzenlemede bir boşluk olmaya­caksa, o zaman Mâide sûresi fazlalık olacaktır hâşâ. Öyle de ol­madığına göre, biz bu hayatı zaten yaşıyoruz. Kitapla beraber ol­sak da yaşıyoruz, kitapsız olsak da yaşıyoruz..
Yâni kitaptan haberdar olsak da hayat devam ediyor, olma­sak da. Çünkü işte şu anda kâfirler de yaşıyor bu hayatı. Şinktoist, Budist, ateist, hı­ristiyan, yahudi herkes yaşıyor bu hayatı. Yâni bu hayat ya­şanıyor. Ama ya­şayın da nasıl yaşarsanız yaşayın! Her tür hayattan razıyım demi­yor Allah. Yâni bu hayatı biz Kur’an’la düzenlemekle so­rumluyduk. Kur’an’dan haberdar olmadığımız bölümü, biz Kur’an’dan habersiz yaşadığımızdan dolayı, Kur’an’dan habersiz doldurduğumuz­dan dolayı, mutlaka hayatımızda bir bâtıl bölüm ola­caktır. Çünkü hayatımızın o bölümünü de Kur’an düzenleyecekti, ama biz Kur’an’ın o bölümünü henüz tanımadığımız için mecburen o bö­lümü başka türlü dolduracağız. Ve o zaman hayatımızda hakla bâtıl birbirine karışacaktır. Yâni hayatımızda bildiğimiz kadarıyla Kur’an’ın düzenlemesi olduğu gibi, bilemediğimiz kadarıyla da bâtıllar olacaktır. İşte böylece bizim hayatımızda hakla bâtıl karışmış olacaktır.

Arkadaşın biri öyle diyordu: Meselâ yeryüzünde ne kadar Kur’an varsa tü­münden bir anda on cüzü siliverse Allah. Yâni Kur’an’ı bir açtınız ki, ilk baştan veya ortadan veya sondan bir on cüz silinmiş! Ne yaparsınız? Veya şöyle sorayım: Haberiniz olur mu bundan? Hiç haberimiz olmaz değil mi? E zaten yoktu ya! Birileri zaten bozuk para gibi harcıyor müslümanların kitaplarının âyetlerini de hani kimin ha­beri oluyor da? Belki tamam ya! Çok münâsip olmuş! Zaten okumakta güçlük çekiyorduk! Azaldığı çok iyi olmuş, zaten lâzım değildi bize! İşte hatimlerde kullanacağımız kadar, cena­zede okuyacağımız kadar olsun yeter mi diyeceğiz? bir düşünelim.

Allah korusun da Şeytan hem Kur’an’ı elimizden almış, hem de Kur’an’ı elimizden aldığını kamufle etmek için birazını bı­rakmış. Bizim hayatımızda azıcık bir Kuran var. Kimini de bazı yerlerde kul­landırıyor ki, hepsi var zannettirebilsin! İşte kırkıncı gece, elli ikinci gece, Ramazan’ın gecesi, Kadir gecesi filan der­ken, güya Kur’an du­ruyor! Halbuki ne Kur’an vardır ortada, ne de ona sahip çıkan! İşte hak ile bâtılın birbirine karışmasını böyle an­lıyoruz. Yâni hak ile bâtıl hayatımızda karışıyor.



…..
Yapmayın bunu! Karıştırmayın hakkı bâtıla! Ya da: "Elbese" bir de örtmek, giydirmek demektir ya, o zaman şöyle diye­ceğiz: Bile bile, bâtılı hakkın üzerine örtüp de hakkı bakışlardan gizlemeyin! İn­sanların gözünden hakkı saklamayın! Hakkı kamufle etmeyin!
1 Bâtıla hak elbisesi giydirip onu insanlara hakmış gibi sun­ma­yın. Bâtılı hakmış gibi insanlara yutturmaya çalışmayın. Bâtıla hak hüviyeti kazandırmaya kalkışmayın.
2 Hakkı bâtılla örterek insanların bakışlarından gizlemeyin.
3 Veya kendinizi, kendi fikirlerinizi, kendi yazdıklarınızı hak­mış gibi, Allah öyle diyormuş gibi insanlara sunup hakla bâtılı anla­şılmaz hale getirmeyin! İleride gelecek, Bakara sûresinde şöyle buyu­racak Rabbimiz:

"Vay o kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir de­ğere satmak için işte bu Allah katındandır! diyen­lere." (Bakara: 79)
Vay elleriyle yazdıklarına! Vay onların kazandıklarına! Adam kendisi bir düşünce ortaya koyuyor, sonra da insanlar bunu Allah’tan zannetsinler diye arada bir âyet hadis okuyarak vahiyle desteklemeye çalışıyor. Tanrı da böyle buyuruyor! İslâm da bunu emrediyor diyerek hakkı bâtıla karıştırıyor.

Bir de hakkı gizlemeyin! İleride gelecek: Kur’an’da mükerreren ehli kitaba, özellikle de yahudilere bu hatırlatılır. Onların bu halleriyle müşriklerden herhangi bir farklarının olmadığı ısrarla vurgulanır. Onlar Rasûlullah’ı tanıyorlardı, onlar hakkı biliyorlardı. Onlar hak bilgisine sahiptiler:

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Muhammed’i) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." (Bakara: 146)

Onlar hakkı öz oğulları gibi, ya da avuçlarının içi gibi biliyor­lardı. Hani adım gibi biliyorum! Avucumun içi gibi veya oğlum gibi bili­yorum denir ya, işte bunlar, çocuklarını tanıdıklarından da öte Allah’ın Resûlü’nü biliyorlardı.
…..
….
Pek çok âyetleri değiştirildiği halde Tevrat ve İncil'e az biraz  muttali olan herkes tanıyordu Allah’ın Resûlü’nü.
Demek ki kitap ehli olanlar, kitaptan nasibi olanlar, mürek­kep yalayanlar, İslâm’ı, imanı, dini tanıyanlar, Kur’an kursunda okuyanlar, imam Hatipliler İlâhîyatlılar, medrese görmüşler, hoca çocukları, hacı çocukları, babası müftü olanlar, Allah ve Peygam­beri adına birazcık bilgisi olanlar var ya, onlar da Rasulullah’ı avuçlarının içi gibi bilirler, tanırlar. Rasulullah’ın hak Peygamber olduğunu, onun peşinden gi­dilmesi gerektiğini, Kuran ve sünnet­siz kurtuluşun olamayacağını bu­günün biz ehli kitapları da bilirler. Adım gibi, avucumuzun içi gibi bili­yoruz, ama zevklerimiz ağır bastığı için, menfaatlerimiz galip geldiği için, evimize engel olur, işimizi etkiler, doktoramız yarıda kalır, do­çentliğimiz iptal edilir, ta­yinimiz çıkarılır, müşterilerimizi kaybederiz, okuldan atılırız korku­suyla bugün bizler de gizlemeye çalışıyoruz hakkı.

Diyanet Tefsiri :
Yukarıda yahudiler Kur'ânı Kerîm'e iman etmeye çağınldıkları için burada da, bu imanın gereklerinden olmak üzere, onlara Kur'an'in önem verdiği prensiplerden söz edilmekte; özellikle hakkı tanımaları ve korumaları, namaz kılıp zekât vermeleri emredilmektedir. Böylece Kur'an yahudilere ve dolaylı olarak müslümanlara, hatta bütün insanlığa, maddî ve dünyevî menfaatlerin, egoist arzu ve eğilimlerin etkisine kapılarak doğru ve gerçek olan ile eğri, yanlış ve asılsız ola­nı kasıtlı olarak birbirine kanştırmamaları, hakkı örtüp saklamaktan kaçınmaları gerektiği yönünde son derece Önemli bir uyanda bulunmuştur. Yahudiler de dahil olmak üzere o dönem insanları bakımından temel gerçek Kur'an'ın hak kitap ve Hz, Muhammed'in hak peygamber olduğudur. Bu sebeple âyette öncelikle bu hu­sus kastedilmiş; inkârcılann hak ile bâtılı birbirine karıştmp hakkı gizlemekten vazgeçmeleri, müslümanlarla birlikte namazı kılıp zekâtı vermeleri, Allah'ın hük­müne boyun eğmeleri istenmiştir. Burada, pek çok dinî hükümler içinden özellik­le namaz ve zekâtın emredilmesi, bunlardan ilkinin bedenî ibadetlerin, ikincisinin de malî ibadetlerin en önemlisi olmasından ileri gelmektedir. [1][114] 42. âyette yahudilerin gerçek Tevrat'a onda bulunmayan ilâveler yapmalarına [2][115] veya Hz. Muhammed'in geleceğinin Tevrat'ta haber verildiği gerçe­ğini saklamalarına [3][116] işaret edildiği de söylenmiştir.



Prof. Bayraktar Bayraklı tefsiri :

Ayette yer alan hak ve bâtıl kavramları neyi ifade etmektedir? Kur'an'ın en önemli metotlarından biri, kavramları zıtlanyla birlikte kullanmış olmasıdır. Hakkın ne olduğunu açıklarken bâtılı, bâtılı izah ederken hakkı tanımlamak­tadır. Bu şuna benzer: Devamlı tatlı yiyene ekşiyi anlatamazsınız. Devamlı ekşi yiyene de tatlıyı anlatamazsınız. Tatlı yiyene ekşiyi de tattırırsınız, o za­man hem tatlıyı hem ekşiyi anlatmış olursunuz. Aynı sistemi Yüce Allah, Kur'an'da uygulamakta ve hakkı, bâtıl vasıtasıyla anlatmaktadır.

(Allah, gökten su indirir ve vadiler kendi hacimlerine göre sel olup akar. Bu sel, üstüne çıkan bir köpüğü yüklenip götürür. Süs veya diğer eşyalan yapmak iste­yerek, ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah, hak ile bâtılı böyle açıklar. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda vereni yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misal getirir). [Ra"d/17]

Allah, bu ayette hak ile bâtılı iki misalle anlatmaktadır. Şiddetli yağmur neticesinde vadilerde oluşan sellerin üstünde bir köpük oluşur. Yağmurun dinme ve selin kesilmesiyle bu köpük yok olup gider; ama geriye faydalı madenler taşıyan birtakım alüvyonlar kalır. Selden geriye kalan topraklar verimli toprak­adır. İşte yok olup giden köpük bâtılı, kalan alüvyonlar ise hakkı temsil eder.

Süs eşyası yapmakta olan insanlar, madenleri eritirler. Eriyen madenlerin eri­li üzerinde köpük oluşur. O eşyayı yapan sanatkâr veya kimyacı köpüğü atar, :geriye kalan madeni süs eşyası yapar ve insanlar onu üzerlerine takarlar. Giden uk bâtılı; süs eşyası olan kısmı da hakkı temsil eder. Böylece Allah hakkı, kalıcılığı, faydalı ve değerli oluşuyla; bâtılı gidici, faydasız ve değersiz oluşuyya. tanımlamaktadır. Hak ve bâtılı şöyle tarif edebiliriz: Kalıcı, faydalı ve değerli olan şeye hak, kalıcı olmayan, faydasız ve değersiz olana da bâtıl denir. [222]

Allah, Hakkın Kendisidir:
Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye gücü ye­tendir. [Hac/6]
Allah'ın hak oluşu, onun ölüyü diriltmesinden, her şeyi yapmaya gücünün yetmesi, ilk yaratılışı gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır.
Mevcut ve sabit manasına gelen hak kavramı, bizzat Allah'a ait olan bir özelliktir. Güç ve devamlılık söz konusu olunca, hak kavramı kendini göster­mektedir. Allah, gücü ve yaptıklarıyla hak olduğunu beyan etmektedir. [223]

Kur'an Hakkın Kendisidir:


(Sana vahyettiğimiz kitap, hakkın ta kendisi­dir). [Fâtır/31]
Hak olan kitap, doğruya doğru, eğriye eğri diyen kitaptır. Taraf tutmayan ve doğru olanı tasdik eden kitap, hak unvanını kazanmaktadır. Kendisinden öncekileri doğrulayan kitap, tarafsızdır. Onun için Allah, yukarıdaki ayette hak olan kitabın özelliğini, kendisinden öncekileri tasdik etmesinde görmek­tedir.
Kur'an'ın hak oluşu, Allah'ın kelamı olmasından kaynaklanmaktadır.

Allah, hakkı söyler ve O doğru yola eriştirir. [Ahzâb/4]

Allah, hakkı söylediğine, Kur'an da O'nun sözü olduğuna göre, Kur'an da haktır. Öyleyse din eğitimi ve eğitimcileri, halkı hak (Kur'an) ile bir araya getirmeli, onunla tanıştırmak ve gönüllerini onunla doyurmalıdır. Yüce Al­lah'ın kelamı, insanı doğru yola iletir ve gönülleri doyurur.

(Doğrusu ben hep doğruyu söylerim). [Sâd/84]

Her zaman hakkı/doğruyu söyleyen Allah'ın, Kur'an'da söyledikleri de haktır/doğrudur. [224]

 Kitabın Konuştuğu Haktır:
Allah, kitap ile hakikat arasında şöyle bir ilişki kurmaktadır:

(Biz herkesi gücünün yettiği ile so­rumlu tutarız. Nezdimizde hakkı konuşan bir kitap vardır. Onlar hak­sızlığa uğratılmazlar). [Mü'minûn/62]

Buradaki kitap, diriliş gününde insana, okuyup kendini değerlendirmesi için verilecek olan amel kitabı/defteri olabileceği gibi, Kur'an da olabilir. Sözkonusu kitap'tan maksadın amel defteri olduğu şu ayetler tarafından teyit edilmektedir:

Bu, size karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz yaptıklarınızı kaydediyorduk). [Câsiye/29]

Kitap, ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş oldukları­nı görürsün. 'Vay halimize!' derler, 'Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp, dökmüş. [Kehf/49]

Dikkat edilirse bu ayetlerde kitap, konuşan bir varlık gibi kabul edilmek­tedir. Gerçeği bilen bir insan, konuşmasa bile, onun içinde bu hakikat potan­siyel olarak mevcuttur. Kitap, hakikati bağrında barındırmaktadır. İnsan onu okuduğunda, aslında o kitap ona hakikati konuşmaktadır. Kitap Allah katın­dan ise, daima hakikati konuşur.

Hakikati kim konuşur? sorusuna, "Allah'ın katındaki kitap" cevabını verebiliriz. Allah bizimle, kitapları vasıtasıyla konuşmaktadır. Onun için ha­kikati Kur'an'da aramak gerekir.

Allah'ın Fiilleri Haktır:
Yüce Allah, ne yaparsa ve yaratırsa o haktır.

(Güneşi ışık kaynağı, ayı da parlak kılan, yılların sayısı ve hesabı bi­linsin diye aya birtakım menziller takdir eden Allah'tır. Allah, bütün bunları sadece hakka uygun olarak yaratmıştır. Bilen topluma delille­rini açıklıyor). [Yunus/5)]

Ayette yer alan (mâ halaqallâhu zâlike illâ bi'lhaqq) ibaresi, "Allah'ın yarattıkları haktır" diye tercüme edilebilirse de, "Gerçeğe uygun olarak yaratmıştır" şeklinde anlamak daha uygun olur. Allah hak olduğuna göre, fiilleri de hak olmalıdır. Râgıb elİsfehânî, bu ayetteki yaratmanın, hik­mete uygun yaratma olduğunu söylemektedir.[226]

Ayetteki hakk'm karşıtı bâtıl'dır.
Onlar ayakta, otururken, yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve şöyle derler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın". [Âli İmran/191]

(Bunu boşuna yaratmadın) şeklinde tercüme ettiğimiz (mâ halaqte hazâ bâtılen) fadesinde, bâtıl kavramı yer almaktadır. Bâtıl olarak yaratmadın ifadesinin karşıtı, Yunus/5'deki Allah her şeyi hak ile yarattı ibaresidir. Öyleyse, Allah'ın yarattığı her şey haktır, yani bir amaç ve hikme­te yöneliktir. Demek ki varlıkların/yaratılmışların gerçekliği, onları yaratan­dan kaynaklanmaktadır.

Sizi boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceği­nizi mi zannettiniz? [Mü'minûn/115]

Bu ayette geçen abes/boş kavramı da hakkın karşıtıdır. İnsanoğlu boş ye­re değil, tam tersine bir hak, yani hikmet için yaratılmıştır.
İşte bu noktada hakkı bâtıl ile karıştırmanın eğitim boyutu gündeme gel­mektedir. İnsanın yaratılış gerçeğini ortaya çıkarmak, onun boş yere yaratıl­madığını ve yaratıkların varlığının gerçekliğini belirleyip öğretmek, eğitimin amacı ve görevleri arasında yer almalıdır. Varoluş gerçeğini ortaya çıkarama­yan eğitim, yararlı ve doyurucu olmaktan uzak kalacaktır.

Yaratıkların bir hakikate yönelik veya ona dayanarak yaratıldıkları mese­lesinde ilahî kudret ile insan aklı bir araya gelmektedir. İlahî kudretin ilişki kurduğu ne varsa, o gerçektir. İnsan aklı bu gerçeği yakalayınca ve o varlık­larda bu hakikati görünce, ilahî güçle bir araya gelmekte ve varlık aklı Allah'a doğru taşımakta, böylece teşbih gerçekleşmektedir. Varlıktaki hakikati ortaya çıkarmak için yapılan tüm araştırmalar, insan beyninin en yararlı işidir.

Hak Bâtılı Gidericidir:
Bâtılın gidiciliğini Allah şöyle beyan etmektedir:

(De ki: "Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Za­ten bâtıl yıkılmaya mahkumdur"). [İsra/81]

Hakkın olduğu yerde bâtıla yer yoktur. Hak güçlü olduğu için, bâtıl onun bu gücüne dayanamaz. Bâtıl güçsüz, dayanıksız ve korkaktır. Doğası gereği yok olup gitme özelliğine sahiptir. Hakkı bâtıl ile karıştıran insan, güçsüzle güçlüyü, kalıcı ile gidiciyi, faydasız ile zararlıyı, değerli ile değersizi karış­tırmış oluyor. Bu da hakka kalitesiz görüntü vermektedir.

Allah, hakkın gücünü bâtıla karşı kullanmaktadır. Bâtılı ortadan kaldırma­nın en etkili silahı haktır.

(Biz hakkı bâtılın üzerine atarız da, hak bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir). [En­biya/18]

Hakkı bâtılın üzerine atma metodu, Allah'ın sünnetidir. Bâtıl olarak nite­lendirilen kötü, yanlış ve sahte olanla en iyi mücadeleyi, hak denen doğru bilgi yapabilir. İnsanlar doğru bilgiye uyarlarsa, gelişen hak sayesinde bâtı­lın alanını ve gücünü daraltmış olurlar.

(De ki: "Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi ortaya ko­yabilir ve ne de geri getirebilir"). [Sebe/49]

Hakkın sustuğu yerde bâtıl konuşur, safsataları ve hurafeleri öne çıkarır. Buna karşılık gerçeğin ortaya çıkışı ile bâtılın bu sahte işleri ortadan kaybo­lur. Çünkü hak, güneş gibidir. O gelince diğer ışıkların ziyası bir anlam ifade etmez. Diğer taraftan, bâtılın geri getireceği bir değeri yoktur. Artık onun gücü ve ışığı sönmüştür:

Ve Allah, bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. [Şura/24]

Ancak nasıl güneşin kaybolması ile karanlık başlıyorsa ve bütün kötü­lükler karanlıkta işleniyorsa, hakkın bir toplumda yok olması da bâtılın ye­niden doğmasına sebep olabilir. Bundan dolayı bir toplumda bâtılın karşı­sında hakkı tutup kaldıracak ve onu Allah'ın emrettiği şekilde yaşatacak ki­şilere ihtiyaç vardır. Bu kişiler ilim adamlarıdır; eğitim ordusudur.

Bâtılla mücadeleyi ilk başlatan Allah, mücadelesini kelimeleriyle gerçek­leştirmektedir. Dikkat edilirse Allah, önce bâtılı gidermek suretiyle hakkın ağacını dikmektedir. Bu durumda bâtıl ile iki türlü mücadele edilebileceğini göstermektedir. Bunlardan biri, hakkı ortaya koyup, onu bâtılın tepesine ata­rak mücadele etmek, diğeri de bâtılı gidererek hakkı gerçekleştirmektir. Bi­rinci yöntemi insanlar kullanabilir; ama ikincisi sadece Allah'a mahsustur. Çünkü insan doğrudan doğruya bâtıl ile mücadele edemez. Hakkı yanına ala­rak, hakkın ne olduğunu bilerek ve öğrenerek bâtıl ile mücadele verebilir. Şura/24'de olduğu gibi, Allah önce bâtılı giderir ve ardından kelimeleriyle hakkı ortaya koyar. Öyleyse, insanlar önce hakkı öğrenecek ve öğretecekler, sonra da bâtıl ile mücadele etme metodunu takip edeceklerdir. Bu metod, kâ­firlerin kullandığı usûlün tam tersidir. Onlar bâtılı yanlarına alarak hakkın ayağını kaydırmak isterler. Allah bunu şöyle anlatmaktadır:

(Kâfir olanlar, bâtıla dayanarak hakkı ortadan kaldırma mücadelesi verirler). [Kehf/56]

Demek ki, kâfirler bâtıla dayanarak, bâtılı yanlarına alarak hakla mücade­le etmektedirler. İnananlar da, hakkı yanlarına alarak ve ona dayanarak bâtıl ile mücadele etmelidirler. Metod aynı, ama değerler yer değiştirmektedir.

Gâfir/5 ayetine göre, bâtıla dayanarak hak ile mücadele etmek, bir nevi Allah'a savaş açmak olduğundan, Allah bu tip insanları yakalamakta ve ge­reken cezayı vermektedir. [228]

Hak Açıklayıcıdır:
Hakkın en önemli özelliklerinden biri açıklayıcı olmasıdır.

(O halde, sen Allah'a güvenip, dayan. Çünkü sen, açıklayıcı hakikat üzerindesin). [Neml/79]

Hakikat açık ve açıklayıcıdır. Gece karanlığında eşya ve varlıkların yapı­sı ve renkleri insan tarafından seçilemez. Onların hangi yapıda ve renkte ol­duklarını güneş ışınlan ortaya çıkarmaktadır. Hakikat de tıpkı güneş ışınla­rı gibi meselelerin yapı ve renklerinin görülmesini temin eder. [229]

Hak Aydınlatıcıdır:


Hakkın diğer bir özelliği de aydınlatıcı olmasıdır. Daha önce Kur'an'ın hak olduğunu söylemiştik. Kur'an'ın hak olduğunu bilen insanın, aydın bir beyin ve gönüle sahip olduğu bir gerçektir. Yüce Allah bu aydınlığı şöyle tasvir etmektedir:

(Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse kör kimse gibi olur mu? Ancak akıl sahipleri anlar). [Ra'd/19]

Ayetin temel kavramları hak, Allah'ın indirilen, kör, düşünmek ve akıl'dır. Allah; ayette bir benzetme yapmaktadır. Bu benzetme bilen ile kör arasında olmaktadır. Körlük karanlığı/görememeyi, Kur"an'ın hak olduğunu bilmek de görmeyi/aydınlınlığı temsil etmektedir. Demek ki hakkın bilinmesi aydın­lığı ve görmeyi; bilinmemesi de karanlığı ve körlüğü meydana getirmektedir.

Akıl sahibi insan düşünüp Kur'an'ın hak olduğu bilgisine ulaştığında, ay­dınlığa kavuşmuş olur.

Hakikatin bilgisi, insanlığa aydınlık getirmektedir. Hakikatin bilgisi, in­san aklını ve düşüncesini kendisine doğru çekmekte ve aydınlığa ulaştırmak için karanlıkları delip geçmelerini sağlamaktadır.

Hak, Doğruya Götürendir:
Allah, hakkı tanımlarken dalâlet (sapıklık) kavramını kullanmaktadır. De­mek ki hak, sapıklığın dışında kalan alanı temsil etmekte, yani insanı doğru­ya götüren şeyin toplamı olmaktadır. Yüce Allah, bu konuyu şöyle açıkla­maktadır:

İşte sizin hakiki Rabbiniz Allah, bunları yapandır. Artık haktan sonra sapıklık­tan başka ne kalır? Nasıl döndürülüyorsunuz. [Yunus/32]

Demek ki, haktan sonra sapıklık alanı başlamaktadır. Sapıklık, yoldan çıkma olduğuna göre, hak da doğruya götüren bir gücü veya alanı temsîl et­mektedir. Böylece şu gerçek ortaya çıkmış olmaktadır: Hak, doğruya götüren şeydir.

Hak, Ahirete İmandır.
Kendi özündekine uygun olan şeye itikad haktır. Bir kimsenin öldükten sonra dirilmeye, sevaba, cezaya, cennet ve cehenneme inanması gibi.

Bu konudaki inanç tartışmaya açılamaz. Çünkü bu konuların kendisi hak olduğu için, onlara inanmak da haktır. Kur'an'ın ve diğer kutsal kitapların ge­liş nedenlerinden biri, bu hakikatle ilgili tartışmaları sona erdirmek ve orta­dan kaldırmaktır.

(Bunun üzerine Allah iman edenlere, ihtilafa düştükleri hakikati gösterdi). [Bakara/213]

Demek ki hak, üzerinde tartışma yapılamayacak kadar kesin, açık ve net­tir. Bu kadar kesin olan bir şeyde ihtilaf etmek, tartışarak şüphe tohumları ekmek, akılla bağdaşır bir husus değildir. Allah bu tartışmayı ortadan kaldırmak için kitaplar göndermiştir.
İhtilaf edilen hakikatin ne olduğu anlatılmadıkça, insanların o konudaki hataları kendilerine gösterilmedikçe hak, bâtıla kanştınlacaktır.
Hakikat hakkında net ve kesin bir bilgiye sahip olmayanlar, her an hak ile bâtılı karıştırabilirler. Hakkı bâtıl ile karıştırmak, bilgisizliğin, cehaletin ve kıskançlığın eseridir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

(Aralarındaki   kıskançlık   yüzünden   ihtilafa   düştüler). [Bakara/213]

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra kıskançlık yüzünden ihtilafa düşmeleri, hak ile bâtılı karıştırmalarına neden olmuştur. Demek ki, kıskanç­lığın olduğu yerde bilginin aydınlatıcı gücü zayıflamaktadır.

Hak, Ölçülü Ve Zamana Uygun Olan Söz Ve Davranıştır:
İnkâr edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçek­leşti). [Gâfır/6]

Bu ayette hakikat kelimesi, yüklem olarak geçmektedir. "Gerçekleşmek" anlamı verilen bu fiilin öznesi, "Allah'ın kelimesi"dir. Allah daha önce kut­sal kitaplarında kâfirlerin karşılaşacakları cezalan beyan etmişti. Allah'ın vaad ve vaîdleri gerçekleşmiş, hakikat de yerini bulmuştu. Söz ve davranış, tayin edilen zamanda ve bildirilen şekilde gerçekleştiğinde, hakikat ortaya çıkmış olmaktadır.

Verdiği sözün zamanı gelince, onu yerine getiren kimse, hakikat adamıdır. Söz ve davranışlarını, zamana ve ölçüye uyan insanlar yetiştirmek, eğitimin amaçlan arasında yer almalıdır. Söz ve davranışlan, zamana ve ölçüye uyma­yan kimseler, hakkı bâtıla kanştırmış demektirler.

Hak, Kainatı Ayakta Tutan Güçtür:
Allah, hakkın hevaya uymasını kainatın (göklerin, yerin ve ikisi arasmdakilerin) fesada uğramasına denk görmektedir. Öyleyse kainatı ayak­ta tutan güç hak'tır. Bu konudaki ayet şöyledir:

(Eğer hak onlann hevasına (kötü arzulara) uysaydı, gökler ve yer; her ikisinde bulunanlar, kesinlikle bozguna uğrarlardı). [Mü 'minûn/71]

Ayette yer alan heva bâtılı temsil etmektedir. Hak hevaya tâbi olduğunda, gökler, yer ve ikisi arasındakiler fesada uğrayıp yıkıldığına göre, kainatın düzeni, hevaya/bâtıla tâbi olmayan bir hakikat üzere işlemektedir.

Tefsirini yaptığımız Bakara/42'de dikkat çekilen hakkın bâtıla karıştırıl­ması, böyle bir yıkıma sebep olacağı için Allah tarafından yasaklanmaktadır.

Mü'minûn/71'den anlaşılıyor ki hakk'm karşıtı heva'du. Demek ki bâtılın kaynağında insanın hevası vardır.

Hakkın, insanların hevasına tâbi olması durumunda evrenin düzeni fesa­da uğrayacağı gibi, insanın iç aleminin düzeni de fesada uğrar.

Hakkı bâtıla karıştırmamak, yani nefsin arzularına uydurmamak gibi önemli bir şuur ve bilgiye sahip olmak, insanın iç alemi ile dış alemini cen­nete çevirecektir.

İşte din eğitimi insanlara hak ile bâtılı karıştırmamanın yollarını göster­meli ve bunun şuurunu vermelidir.

Hak, Enfüs Ve Afakin Kanunlarının Kesiştiği Yerde Ortaya Çıkar:
Allah Kur'an'da, hakikatin bir boyutunun, ancak dış alemdeki tabiat ka­nunları ile insanın iç alemindeki psikolojik (manevî) kanunların tetkik edilip öğrenilmesi ile ortaya çıkacağına işaret etmektedir:

(Hem dış alemde ve hem de iç alemlerindeki ayetlerimizi onlara göstereceğiz. Kur'an'ın hak olduğu onlara belli oluncaya kadar). [Fussilet/53]

Bu ayetten şu anlamı çıkarıyoruz: Kur'an'ın hak olduğu, iki farklı kanu­nun örtüştüğü ya da buluştuğu noktada anlaşılır. İnsanoğlu dış alemin kanun­larını inceleyip anlayınca ve kendi içine dönüp psikolojik yapısındaki kanun­ların farkına varınca hakikate ulaşmış olacaktır.

Allah, insana bu iki alemin kanunlannı göstereceğini, yani öğreteceğini ifade etmektedir.Bu bir öğretim faaliyetidir. Demek ki hakkı anlamanın en kestirme yolu, bu öğretmeden geçmektedir.

Hak, Bir Paydır:
Yüce Allah, zengin ile fakirin ilişkilerinde de hak kavramına yer vermek­tedir.

Zenginlerin mallarında isteyenin ve fakirin hakkı da vardır. [Zâriyat/19]

Mallarında isteyene ve mahruma belli bir hak tanıyanlar. [Meâric/2425]

O halde sen akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. [Rûm/38]

Hakkın hangi özelliklere sahip olduğunu anladıktan sonra, hakkın zıddı olan bâtılın ne olduğunu açıklamaya çalışacağız. Bâtıl kavramı boş, faydasız, abes, hükümsüz, kıymetsiz, sahte, yanlış, hatalı, yalan, güvenilmez, vefasız, hain, sadakatsiz, çelişkili, gülünç, temelsiz, asılsız, itibarsız, hile, aldatma, hayırsız manalarına gelmektedir.

Bâtılla ilgili olarak bu manalardan Kur'an'da tesbit edebildiklerimizi şöy­lece sıralayabiliriz:

Bâtıl İtaatsizliktir:
Şu ayetten, bâtılın itaatsizlik anlamına geldiği anlaşılmaktadır:

(Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın). [Muhammed/33]

Ayette bâtıl kelimesi fiil olarak yer almakta ve amellerin boşa çıkması, yani bâtıl olması manasını ifade etmektedir. Saygı denen itaat, amellerin ka­bulünü temin etmektedir. Allah'a ve Peygamber'ine itaat, bâtılın zıt manası ve karşıt eylemi olmaktadır. Demek ki Allah'a ve Peygamber'ine itaat hak; ita­atsizlik de bâtıldır. İtaat etmeyen, hak ile bâtılı karıştırmaktadır. Böylece hak ile bâtılın nasıl kanştrnlacağına da cevap verilmiş olmaktadır.

Bâtıl Haram Yemektir:
Bu manası ile bâtılın, hile ve aldatma anlamlan ortaya çıkmaktadır:

Mallarınızı aranızda bâtıl (haksız) yere yemeyiniz. Bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemek için o mallan hâkimlere rüşvet olarak vermeyiniz. [Bakara/188]

Bâtıl, haram lokma yemek olduğuna göre, helal lokma da haktır. Haram lokma ile helal lokmayı karıştıranlar, hak ile bâtılı karıştırmış olmaktadırlar. Yenen haram lokma, insanın ruhunu/şahsiyetini öldürmektedir. Allah Teala bu hususa şöyle işaret etmektedir:

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret ile olması müstesna malları­nızı bâtıl (haksız) yere yemeyiniz. Ve kendinizi öldürmeyiniz; kesinlikle Allah size merhamet edecektir. [Nisa/29]

Karşılıklı rızanın bulunmadığı ticaret bâtıldır. Aldatmanın bulunduğu hak­sız kazanç bâtıl sınıfına girmekte ve bu sel halini alıp insanın manevî haya­tını ortadan kaldırmaktadır. Demek ki bâtıl, insanın şahsiyetini yaralayan, in­citen ve öldüren bir özelliğe sahiptir.

Sahte Tanrılar Bâtıldır:
(Böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. Onun dışında taptıkları ise bâtılın ta kendisidir). [Hac/62]

Demek ki bâtıl, şirkte kendisini göstermektedir. Allah'tan başka tapınılan ne varsa, bâtılı temsil etmekte ve bâtılın mâhiyetini tanımlamaktadır. Yukarı­da verdiğimiz ayetten öncekileri ele alırsak, Allah'ın hakk oluşunun ne anla­ma geldiğini daha kolay anlayabiliriz.

Allah'ın yolunda hicret edip, öldürülenleri iyi bir nimetle nzıklandırmak, onları hoşnut olacakları bir yere koymak, mazlumlara yardım etmek, affetmek, geceyi gündüzün, gündüzü gecenin içine sokmak kudreti. [Hac/5861]

Hak olan varlık, bu olguları gerçekleştiren ve daima gerçekleştirecek olan varlıktır. Bunları beceremeyecek olan başka varlıklara tapınmak bâtıl olduğu gibi, taptıkları tanrılar da bâtıldır. Öyleyse Allah'tan başka varlıklara, tapına­cak kadar kutsallık atfetmek, hak ile bâtılı karıştırmaktır. Bakara/42'de ifade edilen "hak ile bâtılı karıştırmak" eylemi, tevhid inancı ile şirki bir araya ge­tirip karıştırmak manasına gelmektedir.

Demek ki müslüman olup da tevhitle şirki bir arada yaşayanlar vardır. Mazlumlara yardım edemeyen, nzık veremeyen, affedemeyen ve tabiat olay­larını değiştirme gücüne sahip olamayan varlıklardan yardım beklemek, tevhid inancına şirk karıştırmaktır. Türbelerin taşlarına yüz sürmek, ağaçlara çaput bağlamak ve ölülerden yardım beklemek, tevhide şirk karıştırmaktan başka bir şey değildir.

Bâtıl, Allah'a İftiradır:
Allah'ın söylemediği bir sözü, sanki Allah söylemiş gibi bir izlenim vere­rek konuşmak, ya da herhangi bir konu için, Kur'an'da olmadığı halde"Kur'an'da böyledir" demek, Allah'a iftira etmektir. Allah'a iftira ise, kesin­likle bâtıl bir iştir. Allah şöyle buyuruyor:

(Yoksa onlar, se­nin Allah'a karşı yalan uydurduğunu mu söylüyorlar? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Allah bâtılı silip yok eder. Sözleriyle hak­kı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir). [Şûrâ/24]

Dikkat edilirse bu ayet, din alanına Hz. Peygamber'i bile karıştırmamak­tadır. Dîni Allah koyar, peygamberler onu tatbik edip tebliğ ederler. Allah'ın söylemediğini O'na isnad etmek, kalbin mühürlenmesine kadar uzanmakta­dır. Allah, Hz. Peygamber'e "Böyle bir işi yaparsan, senin de kalbini mühür­lerim" uyarısında bulunmaktadır. Dinde Allah'a iftira etmek, bâtıl bir eylem­dir. Allah, bâtıl olan böyle bir eylemi yok edip, kendisinin hakkı gerçekleşti­receğini söylemektedir. Bir din görevlisi veya herhangi bir insan çıkıp, beşe­rî bir hükmü dindenmiş gibi gösterirse, ilahî vahiy ile onu karıştırmış olacak­tır. Böyle yapanların gönülleri mühürlenmekten kurtulamayacaktır. Bu manada bâtıl, insanların felahını da önlemektedir. Çünkü Allah'ın haram kıl­madığına haram, helal kılmadığına helal demek, O'na iftiradır. İftira da in­sanların kurtuluşa uzanan yollarını tıkamaktadır. Bu konudaki ayet şöyledir:

(Dillerinizin gelişi güzel uydurduğu yalana dayanarak, bu helâldir; bu haramdır, demeyin. Çünkü Allah'a iftira etmiş olursunuz. Allah'a ifti­ra edenler asla kurtuluşa eremezler). [Nahl/116]

Kültür yaratmayan toplumlar hayat bulamazlar. Bunlar başkalarının tayin ettiği bir hayatla sınırlı kalırlar. Din de böyledir. Din de kendi tarafından meydana getirilen kültür sayesinde toplumda yaşama imkanı bulur. Ancak yine bu kültür tarafından yozlaştınlır. Eğer dinin yarattığı bu kültür dinin özünden beslenemezse, yaratılan bu ikinci kültür din yerine geçer. Dikkat edilecek olursa bütün peygamberler dinin aslından uzaklaşan ve kendi oluşturdukları kültürü din olarak kabul eden ve benimseyen toplumlara gelmiştir. Demek ki Allah'ın koyduğu din, beşerin dediği ve yaptığı ise kültür olarak kalmalıdır. Allah'ın fetvası ile beşerin fetvası kesin çizgilerle ayrılmalıdır. Bu iki alanı birbirine karıştırmak, hakla bâtılı karıştırmaktır. Bunu da Allah şid­detle yasaklamaktadır.

Hakkı İnkar Edenlerin Uydurduğu Şey Bâtıldır:
(Bunun sebebi, inkar edenlerin bâ­tıla uymaları; inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmala­rıdır). [Muhammed/3]

Allah'ın indirdiği şey haktır [Muhammed/2] Hakka ise, inananlar uyar. Hakkın dışındaki şeyler bâtılı temsil etmektedirler. Bunun manası şudur: Be­şerî olan bir fikri din seviyesineçıkanp ona kutsallık vererek din adına tâbi olunan şey bâtıldır. Onun için kâfirlerin uydurdukları bâtıl, Allah'ın koyduk­ları ise hak'ta. Kâfirlerin uydurduğu ile Allah'ın indirdiğini karıştırmak bü­yük bir hatadır. [243]

Bâtıl Hikmetsiz İştir:


(Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı düşünüp, anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını derin derin düşünürler. "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Seni teşbih ederiz. Bizi cehen­nemden koru!"derler. [Âli İmran/191]

Bazı insanlar Allah'ı anar ve kainatın sırlarını düşünürler. Bu düşünce on­ları kainatın boşuna (bâtıl) yaratılmadığı ilkesine ulaştırır. Demek ki içinde bir hikmet taşıyan, düzeni olan ve insanlara fayda veren bir iş üretmek, bâ­tıldan uzakta olmaktır. Allah'ın yarattığı her şeyin bir hikmeti vardır. İşte bu hikmetin zıddı, bâtıl'dır. İman sahibi kimse, kainatın yaratılışındaki hikmeti idrak etmeli, onun bâtıl/boş yere yaratılmadığını bilmelidir.

Kur'an'da tesbit ettiğimiz bâtü'ın bu özelliklerinin karşıtı da hak'tır.

Bakara/42'nin diğer kısmı, bâtılı giderecek, onu mahvedecek güçte olan hakkın, nasıl bâtıl ile karıştırıldığına ve hakkın buna nasıl müsade ettiğine işaret etmektedir:

(Hakkı gizlemeyin) ibaresi, hakkı gizlemekle bâtılın ortaya çıkma­sına sebep olunacağına dikkat çekmektedir. Hakkı gizleyenler, onun bâtılı yok edici özelliğine zincir vurmaktadırlar. Hak ile bâtılın ne olduğunu ve ara­larındaki ilişkileri bildikleri halde, hakkı gizleyip bâtıla yol veren kimseler, bâtılın yayılmasına sebep olurlar. Bâtılın yayılması da hakla karışmasına ne­den olur. Hak ile bâtılın karışması ise insanlığı bunalımlara, felaketlere, karanlıklara sürükler.

Bildikleri halde hakla bâtılı karıştıran ve hakkı gizleyenler, insanlığa en büyük zulmü yapanlardır. Bu zulüm zamanla dönüp, karıştırdıkları o çamu­run içinde onları boğacaktır. Hakkı gizleyenler ve onu bâtıl ile karıştıranlar, aslında kendilerini inkar etmektedirler. Kendi geleceklerini tehlikeye atıp, cehennemlerini oluşturmaktadırlar. İşte ilahî yöntemin temel uyarılarından birisi ve en önemlisi, hakkın ortaya konması ve onun bâtıl ile kanştırılmamasıdır.
Hak ile bâtılı karıştıran ve hakkı gizleyenler, dünya hayatında hiçbir me­seleyi aydınlığa çıkartamayacak ve bütün işlerini sisli bir havanın içinde kal­mış gibi el yordamıyla yapmaya çalışacaklardır.
Evrensel eğitimin ve siyasî uygulamaların insanlığa yapacağı en faydalı iş, hakkın ayakta kalmasına yardım etmek, onun geniş ufuklarından insanlı­ğı istifade ettirmek, onun aydınlığı içinde insanlığın yol almasını temin et­mektir. Hakkın nuru, bâtılın görüntüsünü ve cılız ışığını yok edecektir. Böy­lece insanlık, Hakk'm nuruna kavuşacak ve huzur bulacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder