Bakara 2 - Kur'an hidayettir


Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri :
………Kendisinde şüphe olmayan bu Kitap Müttakîlere (sakınanlara) hidayetin ta kendisidir. Sapıklıktan çıkıp hakkın korumasına girmek yeteneğine sahip olanlara hakkın hükümlerini bildirecek bir delil, doğru yolu gösterecek apaçık bir belgedir. Diğer bir ifade ile bu kitapta pek büyük bir hidayeti rabbaniye vardır.
Fakat müttakî (günahlardan sakınan)ler için. Çünkü bundan faydalanarak istenen gayeye erecek olanlar; şek ve şüpheden, şüpheli yollardan sakınarak kendilerini koruma, akibetlerini kazanma kabiliyetine sahip bulunan müttakilerdir.
Gerçi bu kitap esas itibariyle "İnsanlar için hidayettir." Genellikle insanları irşad ve doğru yolu göstermek için inmiştir. İyilik ve yumuşaklıkla yol göstermek demek olan bu hidayetin, bu çağrı ve rehberliğin esas itibariyle şuna buna tahsis edilmesi yoktur. Fakat hidayetten istenen şey ihtida yani maksada kavuşma gayesi, şimdiki halde veya gelecekte, sakınma sıfatına sahip olanlara nasip olacak, fıtrî kabiliyetlerini kaybetmiş olanlar bundan faydalanmayacak ve belki zarara uğramış olacaklardır.
"Biz Kur'ân'ı, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'ân, zâlimlerin ise ancak zararını artırır." (İsrâ, 17/82).
…. Bundan anlaşılıyor ki, bu kitap ile gerçekleşen Allah'ın irşadının etkili olması ve başarıya yaklaştırması için muhatap olan insanların ihtiyarî fiilleri (tercihli eylemleri) adeta şart kılınmıştır. Kur'ân, herkese genel bir şekilde doğru yolu göstermek için inmiş olmakla beraber, herkes bunu kabul etmede ve isteyerek seçmede eşit olmayacak, bir takımları buna iradesini harcamayacaktır. Çünkü insanlığın fıtratının (yaratılışının) aslında genel olan hitap kabiliyeti birtakım insanlarda kötü alışkanlıklarla tamamen ortadan kalkmış bulunacağından, Kur'ân'ın irşadları tam belağatı ve kapsamlı gerçekleri ile beraber, o gibilerin kalblerinde tabii olarak sevinç arzusunu uyandırmayacak ve belki ters etki yapacaktır. Bunun için hitabın esas faydası, hüsni ihtiyar(doğru tercih) yeteneğine sahip olan kabiliyet sahiplerine ait olacaktır ki, bunlar da takvası veya en azından sakınma yeteneği bulunan müttakiler (takva sahipleri)dir. Bundan dolayı Kur'ân'ın inmesinin hikmeti, başlangıçta insan iradesinin katılması şartı ile bütün insanlara hidayet etmektir.
Fakat şartın gerçekleşmesine göre bu hikmet, bu gaye, müttakilerin hidayeti olarak gerçekleşecektir. Bununla beraber müttaki (takva sahibi olma) niteliği, kazanma ile elde edilen bir nitelik olduğundan dolayı, geleceğe göre bütün insanları içine alması mümkün olan bir niteliktir. Bu itibarla hidayetin, geçmişi bir yana bırakarak yine umumun hidayeti olmasına engel olan bir tahsis değildir. "Arab için hidayettir." veya "Acem (Arap olmayan)e hidayettir." denilmiyor. Şu halde "Bu kitap bütün insanlık nevine hidayet için inmiştir. Fakat bu hidayetten faydalanmanın ilk şartı Allah'tan gereği gibi korkmayı seçmek, yani korunmayı istemektir. Bundan dolayı her şeyden önce korunmaya istekli olunuz ki, kurtuluş bulasınız." meâlinde bir takva tavsiyesini kapsamaktadır.
……..

Ve inceleme yapıldığında Kur'ân'da ittikâ (sakınma) ve takva üç derece üzerine zikrolunmuştur ki, birincisi;
ebedî azabdan sakınmak için Allah'a şirk koşmaktan kaçınmakla iman "Ve onları takva kelimesine bağladı." (Fetih, 48/26) gibi.
İkincisi;
büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekden sakınmak ile farzları eda etmektir ki, şer'an (İslâm'da) bilinen takva budur. "O ülkelerin halkı inanıp All a h'ın azabından korunsalardı." (A'râf, 7/96) gibi.
Üçüncüsü;
kalbinin sırrını Allah'tan meşgul edecek her şeyden kaçınmak ve bütün varlığı ile Allah Teâlâ'ya yönelmek ve çekilmedir ki, bu da "Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır biçimde korkun." (Âl  i İmrân, 3/102) emrindeki gerçek takvadır. Bu mertebe, o kadar geniş ve o kadar derindir ki, bu mertebedeki insanların derecelerine göre farklı tabakalara ayrılır. Ve peygamberlerin yüce himmetlerinin ulaştığı derecelere kadar çıkar. Bu şekilde yüce Peygamberler hem peygamberlik ve hem velilik başkanlıklarını birleştirmişler, onların cisimler âlemiyle ilişkileri, ruhlar âlemine yükselmelerine engel olmamış ve halkın yararları ile uğraşmaları da hakkın işlerine dalmalarına zerre kadar sed çekmemiştir. Bu da aslında kazançlarının meyvesi değil, Allah Teâlâ'nın özel rahmetinin eseri olmuştur.

"İnanıp iyi işler yapanlara bundan böyle (Allah'a karşı gelmekten) korundukları ve inanıp iyi işler yaptıkları, sonra yasaklardan sakınıp (onların yasaklandığına) inandıkları ve yine korunup iyilik ettikleri takdirde daha önce yediklerinden ötürü bir günah yoktur." (Mâide, 5/93) âyeti kerimesi takvanın bu üç derecesini toplamıştır. "Allah adaleti, ihsanı.. emreder." (Nahl, 16/90) âyetinin de takvayı topladığı, bir hadisi şerifte zikredilmiştir. Bundan dolayı Kur'ân'ın hidayeti bu takva derecelerinden her birini kapsar. " "in, hepsinden daha genel olan mutlak sakınma mânâsı ile tefsir edilmesi gerekir. Fakat burada şu soru sorulur: Burada Kur'ân hidayetinin, ittikâ (sakınma) ile şartlanmış olduğu anlaşılıyor.
……..
Özetle Kur'ân, hem başlangıç ve hem sonuç itibariyle hidayettir. Bunun için insan, ne kadar yükselirse yükselsin,Kur'ân hidayetinden kendini asla ihtiyaçsız sayamayacaktır. Onun hidayeti, seçkinlerin ve halkın bütün derecelerini kapsar. Gerçekten İslâm dini, bir taraftan dünya hayatının zaruri şartlarını öğretecek, diğer taraftan bu geçici hayatın mutlak gaye olmadığını ve bunun da hedeflemesi gereken ebedî gayeler bulunduğunu gösterecek ve onun da kazanma şart larını anlatacaktır. O yalnız ilkel insanların ruhî gıdası değildir, ilerlemiş medeniyetlerin de sonsuza dek yükselmesi için olgunlaşmış teminatı olmak üzere inmiştir. Gerçekten insanlık toplumunda tam mânâsıyla Allah'ın birliğine dayanan bir hayat nizamı genel şekilde henüz kurulmuş değildir. Henüz bütün insanlık Allah'ın korumasına girmemiş, sonuç ve ahiretine kesin olarak inanacak sakınma mertebesine yükselememiş olduğundan âlemde sosyal buhran (kriz) devamlı bulunmuştur.

" Kur'ân'ın ezeli itibarını, " " görünen gerçeklerini, " " ilmî ve ahlâkî özelliğini, " inme hikmetini ve pratik gayesini dile getirmiş ve sonra inen her âyet, kendinden önceki âyeti anlatmış ve açıklamış ve bundan dolayı tam bir bağlılık sebebiyle atıf harfleri (b a ğlaçlar) gibi sözlü bağlantılara bile ihtiyaç duymayan birbirine uygun olan dört cümleden oluşan bir veciz (özlü) nazm olarak Fâtiha'daki "bize hidayet et" duasının cevabı olmuştur.

Ali Küçük tefsiri
“İşte bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır."
İşte o harfler, o sesler ve o seslere verdiğimiz  güzel bir düzenle sana indirdiğimiz kitaptır bu. İşte kitap budur. İşte kitap diye buna denir. İşte kitap dediğin budur. Yâni her yönüyle tam ve mükemmel kitap, kıyamete kadar tüm insanlığa yol gösterecek özellikleri üzerinde taşıyan kitap budur, demektir bunun mânâsı. Kitap deyince sadece bu Kur’an anlaşılacaktır. Diğerlerine kitap denmeyecektir. Bunun içindir ki, bugüne kadar kitap deyince sadece Kur’an anlaşılmıştır. Ehadisi Nebeviyye'ye bile kitap denmez, sünnet denir.
Bu isim, Kur’an’ın hem ba'zına hem de mecmuuna ıtlak olunur. Yâni bu kitabın bir tek sûresine, bir tek âyetine de kitap denir, tümüne de kitap denir. Bir de kitap deyince metin ve mânâ birlikte kastedilir. Kur’an iki şeyden ibarettir: Bir metin, bir de mânâ. Kur’an’ı yalnız metinden ibaret saymak, mânâyı örtmeye çalışmak ne kadar büyük bir suçsa; onu sadece meâlden ibaret zannedip, metni diskalifiye de o kadar suçtur. Kimilerinin yaptığı gibi şu anda ben metni okuyup ve sadakallahü’lazim desem bu işin yarısını yapmış olurum, bir diğer yarısı da mânânın, muhtevanın ortaya konmasıdır.

Şüphesiz bu, Allah’tan gelen bir kitaptır ve Allah’tan gelişi konusunda herhangi bir şüphe yoktur. Bir de bu kitapta şüpheli bir şey yoktur anlamınadır. Bu kitap, her türlü şekten, şüpheden ârî ve her töhmetten müberradır. Bunun kadar kesinlikle bilinen, bunun kadar sıratı müstakimi, doğru yolu gösteren başka bir kitap yoktur. Yâni bu kitabın inişinde, vahiy oluşunda herhangi bir şüphe olmadığı gibi, tebliğinde de herhangi bir töhmet yoktur. Münzili hak, muhbiri sâdık ve gâyesi mahza hayır olan, insanlığı saâdet ve selâmete ulaştırmak için gelen bu kitapta şüpheye imkân vere­cek bir cehalet, bir gaflet veya bir sûi niyet düşünmek mümkün değildir.
Böyle bir kitaptan ancak cehli mürekkebe boyanmış, kalpleri kilitlenmiş olan muannit kâfirler ve her şeyden şüphe eden, ruhlarını şüphe bulutları kaplamış, basîretleri sönmüş olanlar şüphe edebilirler.

Kitabın kendisine indirilişi karşısında Rasûli Ekremin: "Ya Rab! Reyb içinde, şüphe ve tereddüt içinde yüzen şu insanlar yarın benim karşıma çıkıp: Ey Muhammed! Bu kitabın Allah tarafından geldiği ne malum? Belki de bu senin sözündür, senin uydurmandır! Kendin söylüyor, kendin uyduruyor ve utanmadan bir de bunu Allah’a isnat ve iftira ediyorsun! derlerse ben ne yaparım?” demeden önce Cenabı Hak hiçbir şeye meydan bırakmayacak biçimde bu konuda teminat veriyor. Onda herhangi bir reyb, herhangi bir şüphe yoktur. Allah’tan gelişi konusunda da, içindeki âyetler, yasalar, haberler konusunda da zerre kadar bir şüphe yoktur.
Bu, aynı zamanda onu insanlara duyuran Muhammedü’l Emi­nin de, yâni mübelliğin de “lâ raybe fîh” olduğunun, nübüvvetinde, risaletinde zerre kadar bir şekkin, bir şüphenin olmayışının da tescilidir.

"Kendisinde şüphe olmayan bu kitap müttakıler için hidâyet kaynağıdır."

Muttakilere doğru yolu gösterecek apaçık bir belgedir bu. O bir hidâyet kitabıdır, kulluk kitabıdır. Bu kitabın asıl görevi ve fonksiyonu budur. İnsanlığı doğru yola, sıratı müstakime iletmek için gelmiştir. Kur’anı Kerîm sadece bilimsel keşiflere değinen, kimya ve fizik gibi, biyoloji ve botanik gibi bilimleri derleyen bilimsel bir kitap değildir. Kur’anı Kerîm, bir hidâyet ve kulluk kitabıdır. Fâtiha’daki bizim talebimizin cevabı olarak, Allah karşımıza işte bu kitabını çıkarıyor. “Kullarım! Benden hidâyet istiyordunuz ya! Benden dosdoğru yolu göstermemi talep ediyordunuz ya! İşte istediğiniz hidâyet! İşte sorduğunuz dosdoğru yol!” Buyuruyor.

“Bu kitap müttakıler için hidâyet kaynağıdır."
“Kullarım siz gerçekten hidâyet mi istiyorsunuz? Gerçekten doğru yolu bulmak mı istiyorsunuz? İşte size hidâyet! Haydi, buyurun hidâyet kaynağı kitabıma! Onunla beraber olun! Onunla yol bulun! Yolunuzu ona sorun! Onun rehberliğinde bir hayat yaşayın ki hidâyeti bulasınız!” diye hidâyet rehberi kitabını bizim önümüze seriveriyor. Ama bakın, bu kitap Arab’a hidâyettir, Acem'e hidâyettir, Türk'e, Kürde hidâyettir denmiyor. Bütün nevi beşere, bütün insanlığa hidâyettir. Bütün  insanlığı hidâyete ulaştırmak için gelmiştir bu kitap. Fakat bu hidâyetten istifade edebilmenin bir şartı var; o da muttaki olmaktır. Kur’an’dan istifade edebilmenin birinci şartı muttaki olmaktır. Peki, nedir takva? Kimdir muttaki? Bunu Allah  söyleyecek, ama burada bir kaç söz söyleyelim.

Takva, Allah’ın koruması altına girmek demektir. Takva, Allahla yol bulmak demektir. Yolunu Allah’la bulmak, Allah’a sorarak, Allah’a danışarak yol bulmak demektir. Allah’ın kitabı rehberliğinde yürümek, kitap kaynaklı bir hayat yaşamak demektir takva. Takva, Peygamber mode­liyle hareket etmektir. Bakıyoruz, Kur’anı Kerîm’de takvayı böyle anlatan pek çok âyet görüyoruz.

"Muhakkak ki ben sizin için gönderilmiş emin bir elçiyim, öyleyse muttaki olun ve bana tabi olun."
 (Şuarâ 107, 108)
Tüm peygamberlerin aynı şeyi söylediklerine şahit oluyoruz. Madem ki ben sizin için güvenli, emin bir elçiyim, o halde bana güvenmeniz lâzım. Bana güvenin ve hemen akabinde "Fe" takvalı davranın! Muttaki olun! Ama takvayı da benden öğrenin! Yâni bana itaat ederek, beni izleyerek takvalı olun! Gelin ben size takvayı, itaati öğreteyim. Takvanın modelini benden öğrenin.
Evet, takva peygamberden öğrenilecektir. Takvanın belirlenmesinde pratik örnek peygamberlerdir. Bu konuda farklı takva modelleri geliştirebilmek için kimileri ısrarla peygamberleri diskalifiye etme çabası içine giriyorlar.
Meselâ; âlimin biri dağdan böyle yuvarlana yuvarlana inip geliyormuş. Hz. Mûsâ, bu adamı görmüş ve kendisine sormuş. “Hayrola be çoban kardeş, ne yapıyorsun, böyle yatıp yuvarlanıyorsun? Nedir bu yaptığın?” diye sorar. Allame çoban der ki: “Ey Mûsâ, namazımı ben böyle kılarım. Rabbime ben böyle dua ederim işte.” Hz. Mûsâ; “Olur mu be adam? Böyle namaz mı kılınır?” der. Sorar çoban: “Ya nasıl kılacaktım?” Hz. Mûsâ anlatır ona: “İşte şöyle elini kaldırıp tekbir alacaksın, ellerini şöyle bağlayacaksın, şunları okuyacaksın, belini şöyle bükeceksin, yüzün şöyle olacak” diyerek uzunca izahlarda bu­lunur. Tabi zor­lanır ona bunu anlatabilmek için. “Tamam mı? Anladın mı?” der, “Anladım der” adam. Hz. Mûsâ yürümüş, bir noktayı kaçıran adam Hz. Mûsâ’nın arkasından bağırmış onu sorabilmek için, Hz. Mûsâ dönüp arkasına bir bakmış ki; adam denizin üzerinde yürüyüp geli­yor. Demiş ki, Hz. Mûsâ’ya: “Ey Mûsâ! Namaz dedin de şurayı unuttum! Bana onu bir daha anlatabilir misin?” Onu bu vaziyette gö­ren Hz. Mûsâ: “Git bildiğin gibi kıl sen namazını!” Demiş ve ona bunu öğretmekten vazgeçmiş, filan.
Ee niye öğretmeyecekti de Allah’ın peygamberi? Öğretmeyecekti de işi neydi orada peygamberin? Nedir böyle bir durumda peygamberin fonksiyonu? Bunlar toplumsal âyetler. Bunlar şeytanların vahiyleri. İslâm’ı, dini, takvayı peygamber ve Kur’an dışı kaynaklardan öğrenme ve belirleme, yâni keyiflerince bir din belirleme gayretlerinin ürünü, sapıklıklardan başka bir şey değildir bunlar. Hani:

"Muhakkak ki şeytanlar da dostlarına vahyeder..." (En’âm 121)
deniyordu ya âyeti kerîmede. İşte bunlar o tür vahiylerdendir. Bir rivâyeti daha var bunun. Hz. Mûsâ bu adama namaz kılmasını öğretmeye kalkışınca Rabbimiz hemen Cebrâil’i gönderir ve: “Ey Mûsâ, niye karıştın o kuluma? Ben razıydım onun namaz kılışından!” diyerek Mûsâ’yı azarladığı anlatılır.
Peki ne çıkar bütün bu şeytan rivâyetlerinden? Ne yatar bunların altında? Bunların altında takva belirleme hakkının, din belirleme hakkının Allah’tan ve peygamberlerden alınıp başkalarına da verilmesi yatar bunların altında. Din belirlemek sadece Allah’ın ve O’nun peygamberlerinin hakkı iken, “Tut, beş bin tevhid çekeceksin, bunu on bine çıkarmazsan yazıklar olsun sana!” diyerek birileri din belirlemeye kalkışıyorsa hâşâ ve kella o zaman buna din uydurmak denecektir. Öyle değil, takva; yolunu kitapla bulmak demektir. Takva, kitabın dediği ve peygamberin örneklediğidir. Bunun dışında din de yoktur, takva da.
Yaptıklarını Allah yap dedi diye yapan, konuştuklarını Allah  konuş dedi diye konuşan kişi muttakidir."
Buradaki mânâsıyla söyleyelim; kitaba teslim olan, kitapla uyarılan, kitabın uyarısıyla hareket eden, tüm yaptıklarını; “kitap dedi” diye yapan, tüm yapmadıklarını da yine kitaptan aldığı delillerle yap­mayan kişi muttakidir. Yâni kitabın hidâyetini temel alan kişi; muttakidir. Çünkü, âyet son derece açık ve net ortaya koyuyor ki muttakilerin yol göstericisi; bu kitaptır. Muttakiler, bu kitapla yol bulan, bu kitap rehberliğinde bir hayat yaşayan kimselerdir. Onlar, amellerini bu kitaba dayandırmaya çalışan insanlardır:

"Muttakilerin kılavuzu, mihmandârı, yol göstericisidir bu kitaptır".
Gerçi başka bir yerde, Kur’an kendini bize anlatırken:
"Bu kitap insanların tamamı için hidâyettir." (En’âm 91)
buyurur. Evet, aslında Kur’an, herkese genel mânâda hidâyeti göstermek için inmiştir. Ama herkes, bu kitabın hidâyetini kabul etmede, isteyerek bunun hidâyetini seçmede eşit olmayacaktır. Kimileri bununla hiç ilgilenmeyecek, bunu anlamaya yanaşmayacaktır. Bakıyoruz “Hâdî” kelimesi, “Hüden” kelimesi Kur’an’da on beş ayrı mânâda kullanılmıştır.
Allah hüdendir, Tevrat hüdendir, Kur’an hüdendir, Kâbe hüdendir, Peygamberimiz hüdendir, başka hüdenler de vardır Kur’an’da. Buna göre hüden olarak ne peygamberimizin, ne Kâbe’nin ne de Kur’an’ın bizzat kendisi, birinin elinden tutup dini kabul ettirici olma derecesine vardıramaz meseleyi.
Yâni, gerek Kur’an ve gerekse Peygamberimiz, bizzat insanların kalplerine imanı sokmakla değil, bu imanı insanlara tanıtmakla mükelleftirler. Öyleyse, kimse Kur’an’a yanaşmadı mı Kur’an kimseye hidâyet edemez. Peygamberin hüden oluşu da böyledir. Kur’an’a yaklaşan kişi eğer onunla yol bulmak isterse ancak o, o zaman hidâyet edebilir. Çünkü "Hüden linnâs" dır Kur’an. Ama "Hüden lil müttakîn" dir de aynı zamanda. Ne demek o? Yâni herkese yol gösterecek kapasitede değil. Yâni herkes bununla yol bulmak istemez, herkes buna yol sormaya gelmezse o zaman, o sadece takvalılara yol gösterecek, sadece onlara hidâyet edecektir. Ötekiler için, hattâ yine Kur’an’ın ifadesiyle bu kitap kimilerinin zararını, ziyanını artıracaktır.
"Kur’an zâlimlerin ancak zararını artırır."(İsrâ 82)

Prof. Bayraktar Bayraklı tefsiri
Kur'an Bir Rehberdir:
 2. O kitap, onda asla şüphe yoktur. O, sakınanlar için bir rehberdir.
Ayette dört kavram yer almaktadır: kitap, şüphe, rehber ve sakınanlar. Bu kavramları açıkladığımızda, ayetin insanlığa vermiş olduğu mesaj ortaya çıkacaktır.

Kitap, bazı şeyleri bir araya getirmek manasına gelmektedir. Mesela, harf­leri kelimede, kelimeleri cümlede, cümleleri sayfalarda bir araya getirmek gibi. Yukarıdaki ayette kitap, Allah'ın ayetlerini, hükümlerini ve izahlarını bir araya getiren Kur'an manasını kazanmaktadır. Askerleri bir araya toplayan alana da aynı isim verilmektedir. Her iki manadan hareket edersek şöyle bir genelleme yapılabilir: Bu anlamda kitap, cehaletin, şüphenin ve inkarın or­dularını dağıtmak için bir araya gelen ayetlerin tümünü ifade etmektedir. Demek ki kitabın içindeki ayetler, cehalet, şüphe ve inkarla mücâdele veren en etkili silahlardır.

Allah niçin kitapla başlamış ve pek çok surenin başında bu kavrama niçin yer vermiştir? Bu soruya bir kaç açıdan cevap vermek mümkündür:

a) Allah'ın kitapla başlamış olması, eğitiminin merkezine kitabı koyduğunu göstermektedir. Eğitim sistemlerini birbirinden ayıran temel özellik, merkeze yerleştirdikleri değerlerdir. Bu fikirden hareketle diyebiliriz ki, Allah kitap mer­kezli bir eğitimi benimsemektedir. Kitabı merkeze alan eğitim sisteminin okuluna, "kitap okulu" denmektedir. Bu izahımızı şu ayetle delillendirebiliriz:

 (İşte böylece sana da emrimizle bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola götürdüğümüz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, doğru bir yolu gös­termektesin). [Şura/52]

Bu ayette Kur'an, nur (ışık) olarak vasıflandırılmaktadır. Işık kaynağı da­ima merkezde yer alır; tıpkı güneş sisteminin merkezinde güneşin olması gibi. İşte Kur'an (ilahî kitap), eğitimin merkezinde yer alan bir ışık kaynağıdır. İnsanların beyin ve gönüllerini birer gezegen olarak kabul edersek, insanlar o ışık kaynağının etrafında dolaştıkça, ondan faydalanacaklardır. Böylece bu ayet dinin ve dinî eğitimin merkezinde yer alan Kur'an'ın, kitap okulu'nu be­nimsediğine işaret etmektedir.

b) Kitap kavramından hareketle diyebiliriz ki, Yüce Allah bilgiyi öne çıkartmakta ve onun cehalet ordularını yok eden etkili bir silah olduğuna dik­kat çekmektedir.

c) Kitap, ilahî bilgiyi taşıyan başlı başına bir okuldur. İnsanlar ve doğal olarak da milletler, bütün kültür kazanımlanm kitap vasıtasıyla gelecek ne­sillere aktarırlar. İnsanlığın meydana getirdiği kültür mirasının en sadık dostu kitaptır. Kitap, en etkili eğitim aracı olması nedeniyle, dünyaya şekil vermek­te, onu değiştirmekte, geliştirmekte ve ona can vermektedir. Allah, kitap de­diği Kur'an'la insanların beynine ulaştığı gibi, insanlar da kitap vasıtasıyla birbirlerine ulaşıyor ve birbirlerini eğitiyorlar.

İlahî alemle, beşerî alemin iletişimim sağlayan kitap, yani Kur'an, insanı süflî alemden yüceler alemine götürdüğü için eğitimin merkezinde yer almaktadır.
……..
Ayette geçen diğer bir kavram da şüphe'dir. "Rahatsız etmek, endişe ver­mek, sükununu bozmak, üzmek, merak etmek, kuşku, birden bire korkutmak, tehlikeyi haber vermek, kötü zan, vehim ve korku ile dolu olmak ve durdur­mak" manalarına gelen şüphe, 'musibet' anlammı da ifade etmektedir.

O kitapta hiçbir şüphe yoktur ayeti ile bağlantı kurarken, bu manaların ba­zılarına dikkat etmemiz gerekmektedir. Önce şu soruyu soralım: O kitaptan şüphe ettirecek olan şey nedir? Bunun cevabını Secde/2 ayetiyle verebiliriz:
“Bu kitabın, alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğundan asla şüphe yoktur”

Allah tarafından indirildiği için, ondan şüphe edilemez ve onda şüphe yok­tur. Kur'an'ın dışında, yani Allah'ın göndermediği bütün kitaplarda şüphe edi­lecek fikirler ve konular olabilir demektir. Şüphe ile yaklaşılan bir kitap, din koyamaz. Bu kitapta şüphe yoktur ifadesini, şüphe kavramının lügat manasın­dan hareket ederek çözebiliriz.

Kur'an mutlak hakikat bilgisidir. Onda insanı rahatsız edecek herhangi bir bilgi olmadığı gibi, insanın gönlünü kinle depreştirecek ve ona belâ getirecek hiçbir şey de yoktur. Kur'an'ın dışındaki ideoloji halini alan felsefeler taraf yarattığı için, insanlara korku salmaktadır. Kur'an taraf yaratmadığı için, kendisine inanmayanlara da güven vermekte, endişe ve korkuyu ortadan kal­dırmaktadır. "Onda şüphe yoktur" demek, "Onda korkulacak ve insanı rahat­sız edecek hiçbir şey yoktur" demektir. Kur'an'da, insanın başına musibet ge­tirecek hiçbir ayet yoktur. Çünkü şüphe 'musibet' anlamına da gelmektedir. Ona zamanın belalarının gelmesini gözetiyoruz. [Tur/30]

Bela kavramı, ayette rayb (şüphe) olarak geçmektedir. Kur'an insana bela getirmez. Kur'an'a inanan insanlar, başkalarının başına asla bela getirmezler. Çünkü, Kur'an zannı değil ilmi içermektedir. Bu sebeple insanı rahatsız et­mez, ona korku vermez ve onu belalara uğratmaz.
Kur'an'da şüphe yoktur, çünkü, Kur'an kendinden önceki kutsal kitapları tasdik etmekte ve onları açıklamaktadır. Kendinden önceki ilahî kitapları reddetseydi ve onları açıklamasaydı, onda şüphenin olması doğal olacaktı. Yunus/37 ayeti bunu açıklamaktadır:
 “Bu Kur'an, Allahtan başkası tarafından uydurulmuş değildir. O, sadece kendinden öncekini doğrular ve kitabı açıklar. Onda şüphe yoktur ve alemlerin rabbindendir.”

Kur'an'ın kendisinde şüphe yoktur, ama insanların güzeli, doğruyu ve da­ha iyiyi bulmaları için meraklarını uyandırır.

Kısaca, kitabın, yani Kur'an'ın kendisinde şüphe olmadığı gibi, şüpheleri gideren bir özelliği vardır. Bu özelliği ile o, dinin kutsal kitabı olma hakkını kazanmaktadır.

Rehber:
“Kur'an muttakiler için bir rehberdir”.
Götürmek, yol göstermek, cezbetmek, çekmek, eksiklerini tamamlamak, el­de etmek, gerçek imana götürmek, bağlantı kurmak, hediye vermek, vakfet­mek manalarına gelen hidayet kavramı, isim olarak rehber, yön, yol, yörünge anlamını ifade eder. Fussılet/17 ayetine göre hidayet, 'manevî körlüğün', Ba­kara/16 ayetine göre de 'dalaletin/sapıklığın' karşıtıdır.
Arzulanan bir şeye götürüp ulaştıran rehberliğe hidayet denmektedir. Yorum­lamakta olduğumuz ayette, "eşiklerini tamamlamak" manasını ifade etmektedir. Kur'an muttakileri, kurtuluşa götüren bir rehberdir. Böyle bir rehberlik, altyapısı­nı hazırlamış bir insanlar topluluğuna yapılabilir. Bakara/34'de muttakilerin özel­likleri ve amelleri zikredilmekte, kurtuluşa ermenin alt yapısının neler olduğu vur­gulanmaktadır. Kitap, bu alt yapıyı oluşturmayan insanları felaha erdirmez.
Demek ki, sosyal problemlerin çözümünde, mutluluk ve refaha ermenin alt yapısını kulun iradesi, hedefe ulaşmayı da ilahî irade gerçekleştirmektedir.

Yüce Allah insanların problemlerini nasıl çözer? Bunun cevabını Taha/50 ayeti ile verebiliriz:

“Musa da, "Bizim Rabbimiz, her şeyi yaratan, sonra da doğru yola götürendir" dedi.”
Râgıb elİsfehanî bu ayetteki doğru yolu göstermeyi akıl, anlayış ve bilgi vermek şeklinde yorumlamaktadır.
Bu yorumda kitap, bilgi kısmını teşkil etmektedir. Aklını kullanmayan insanı Kur'an'ın hidayet edip kurtuluşa götürmesi imkansızdır.
Demek ki, Bakara/2'de yer alan kitap kavramı, şüphe götürmeyen ilahî bilginin toplandığı yer anlamındadır. İşte bu bilgi, korunanları kurtuluşa gö­türen bir rehberdir.

Korunan (Muttaki):
Kendinde şüphe olmayan bu kitap, sakınanların rehberidir [Bakara/2] ayetinde yer alan 'korunma', muttaki kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu ke­limenin kaynağı takva'dır. Ayette yer alan 'muttakiler'in kim olduğu ise, sonraki üç ayette açıklanmaktadır. Bu ayetleri şu değerlendirmelerden sonra ele almamız konunun iyi anlaşılması bakımından daha doğru olacaktır:

Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, Allah'ın verdiği maddî nimetlerle hayır işlerler, Hz. Muhammed'e indirilen Kur'an'a ve önceki peygamberlerin kitaplarına ve ahiret gününe inanırlar.

İşte bu inanç ve ameller, insanın manevî bağışıklık sistemi diyebileceği­miz takvasını teşkil etmektedirler. Dikkat edilirse, gayba, kitaplara ve ahirete iman ile namaz kılmak ve fakirlerin elinden tutmak gibi iki önemli ibadet takvanın yapısını oluştururken, kitabın rehberliğini, Allah'ın hidayetini ve felahı da çağırmaktadırlar. Bakara/35 ayetleri, korunan insanların tanımını verdiğine göre, şüphe edilmeyen kitabın kimlere rehber olacağını da açıklamış olmaktadır. Öyley­se şu açıklamayı yapmakta yarar vardır: Bu ayetteki rehberlik faaliyeti, insanı, sa­pıklıktan ve inkardan alıp doğru inanca getirmek manasına alınmalıdır.

Hidayet, muttakilerin (ilahî rehberliği hak edecek olan alt yapıyı oluştu­ranların) problemlerini çözmek ve onları arzuladıkları toplumsal kurtuluşa götürmektir. Demek ki, Kur'an denen kitap, bir çözümler kitabı olduğu gibi, hedefe götüren bir dinamizmin de adı olmaktadır.

Muttaki sıfatını kazananların, bu manevî seviyelerini korumaları da onlar için bir hidayet olmaktadır. İnsanın, ya da müslümanın kazanmış olduğu manevî seviyeyi devamlı olarak koruması ve gerilememesi onlar için önem­li bir manevî kazanımdır. Kitabın böyle bir hidayeti gerçekleştirmesi de bu­na işaret etmektedir. Bilgi insana belli bir manevî mesafe aldırır, ancak o gelinen merhaleyi korumak da önemli bir kazanımdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder